Geçmişe sahip çıkmak insanı geleceğe dair umutlandırır, zaferlerle gurur duyulur, meydanlarda heykellerle, sokaklarda isimlerle yaşatılır. Ya da aksine, hatalara bakılır, onlardan ders çıkarılır. Ama her halükarda geleceğe de bakılır. Geleceğe bakmadan önce son günlerin gündemi olan Lozan’a dair konuşalım derim. İki ay önce bir vekil halifeliğin kaldırılmasının Lozan’daki en büyük ihanet olduğunu buyurdu, söylemese haberimiz olmayacaktı. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan Lozan’ın nasıl kuvvetli bir sembol olduğunun farkında, mesajlarını en kısa yoldan anlatmak için tercih ediyor. Bu mesaj da kimlere iletildiyse doğru şekilde çözümleniyor, Avrupa tarafından yapılan açıklamalardan bunu görüyoruz.
Örneğin Yunanistan Başbakanı Çipras, Lozan’ın tartışılmasının “Türkiye-Yunanistan ilişkileri açısından tehlikeli” bulduğunu söyledi. Hak vermek gerek, nitekim iki ülkenin arasındaki sınırları belirleyen bu anlaşmanın tartışmaya açılması, komşuya verilecek iyi bir mesaj değil. Tam olarak da bu yüzden “Lozan zafer miydi, hezimet miydi?” gibi bir soruyu kale alıp neden hezimet olmadığını anlatmak için çaba harcamak yerine, Lozan’ın simgesel değerinin ne olduğu ve bu soru sorularak ne anlatılmaya çalışıldığı üzerine iki kelam etmek isterim. Çünkü Lozan konusunda tartışılan en son şey, Lozan’ın kendisi. Nasıl mı?
Hezimet söylemine bakalım önce. Lozan Antlaşması’yla ilgili yapılan bu saçma yorum, fena halde iki dünya savaşı arasında Versay Anlaşması üzerine Almanya’daki kuvvetli söylemin, Nazi Partisini iktidara taşıyan temel etmenlerden biri olduğu çoğu tarihçi tarafından dillendirilen atmosferin kopyası kokuyor. I. Dünya Savaşı’nda kaybedenlerden biri de Almanya idi, ama bu Almanya, Bismarck’ın kurduğu Alman İmparatorluğuydu. Savaşın sonu, bu imparatorluğun da sonuydu, bir devlet yıkıldı, yerine Weimar Cumhuriyeti geldi. Bu süre içinde Almanya’nın sınırları geriye çekildi, ordusu küçültüldü, hem de yüksek bir savaş tazminatı ve denizaltı, uçak üretememe yaptırımları da eklenerek. Bunlar ve çok daha fazlası, tarih dersinde “Bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak ya” diyenler için dahi bir yerden tanıdık gelecektir: Mondros ve Sevr. Mondros’tan sonra başkent beş sene işgal edildi, tam beş sene. Batı Karadeniz ve onun İç Anadolu’ya yakın kesimleri hariç her yer işgal altındaydı: “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş” idi.
Buraya kadar aklımızda tutmamız gereken –kabaca- şu, Almanların Versay’ının bizdeki mukabili Sevr’dir. Ancak Almanya’nın Versay’dan sonra yaptığı tartışmalar, bizde Lozan üzerine döndürülmeye çalışılmakta. Lozan, dikte ettirilen bir anlaşma değil, makul ve onurlu bir uzlaşıdır. Türkiye masaya oturtulmamıştır, davet edilmiştir. Sevr’in kabul edilmemesi Kurtuluş Savaşı’dır, onun da nihayete ermesi Lozan’dır, basitçe. Almanlar bizim gibi masaya oturamadı. Sevr’in yarattığı haksızlığa uğramışlık hissini temizleyen Lozan olmuştur Türkiye’de, bu yüzden de II. Dünya Savaşı’na körü körüne katılma gibi olabilecek en kötü senaryo yaşanmamıştır. Yapılmış tüm anlaşmalar gibi zamanla eskiyecek ama bugün için görünen köy, Lozan’ın kalıcı olduğu ve onurlu bir barışla kurduğu düzenin devamını da sağlayabildiğidir. Peki, Lozan’ın niteliği ve başarısı bu kadar açıkken, neden bazen hezimet olduğu anlatılmaya çalışılıyor?
Lozan’ın bir sloganda kendini bulan güzel bir özeti var: “Türkiye’nin tapusu.” Bu doğal olarak, modern Türkiye’nin kurucu değerlerini işaret ediyor. Haliyle “Lozan hezimettir” sözü, kurucu değerlere bir kötüleme amacı taşıyor. Öylesine söylenmiş, tarihteki bir olayı tartışmaya yönelik bir söz değil; bir fikri sembollerle özetleme tercihinin sonucu ortaya çıkan bir laf. Bu söz bir yandan da “Biz aslında daha fazla toprak kazandık da bu kadarına razı ettiler, masada kaybettiler” gibi bir iddiaya geliyor. “Masada kaybettiler” sözü beceriksizlik, “Topraklarımızı masada verdiler” sözü ihaneti ima ediyor. Yani kimse Lozan tartışmıyor aslında, kuruluş dönemine değen bir konu, Lozan üzerinden tartışılıyor.
Ancak Erdoğan’ın son “Lozan’da burnumuzun dibindeki yerler bizden alındı” sözleri, bugüne kadarki bu rutini bozuyor. Evvelden kullanılan “Verdiler” tabiri yerine “Bizden alındı” denmesi önemli bir farklılık. Ortada bir zorlama olduğuna ve bu zorlama sonucu mağduriyet yaşandığına işaret ediyor bu sözler. Ayrıca kaybedilen topraklar için “Bize ait” demek yerine, “Burnumuzun dibindeki” demesi de sahiplik iddiasında bulunmadan, barışçıl sınırlar içinde kalınacağı garantisi verilerek söylemini iletme fırsatı veriyor. Son olarak bu sözler, “Zafer mi, hezimet mi?” klişesindeki gibi iç siyasete değil, dış siyasete yönelik, dışarıdaki aktörleri hedefe koyan bir açıklama.
Hülasa Cumhurbaşkanı’nın Lozan konuşmaları, anlaşmayı tartışmaya açmaktan çok, yakın gelecekteki iç ve dış politikayla alakalı birtakım şifreler gibi görünüyor. Lozan burada tartışma değil, sembol. Zira bu anlaşmanın meşruiyetini sorgulamak, hepimize zarar.