Mensup olduğum nesle evde de, okulda da birlikte yaşamanın fedakârlık gerektirdiği ve bunun, yazılı olmayan kuralları öğretilmişti. Çoğu aile kalabalıktı. Büyükanne büyükbaba hatta evlenmemiş ya da dul kalmış çok yakın akrabalarla aynı evi paylaşmak oldukça sıradan bir durumdu. Bunun avantajları olduğu gibi, olumsuz yönleri de vardı ama sorgulamak pek aklımıza gelmezdi. Dertlerimizi aile arasında çözerdik. Başım ağrıyor, gidip MR çektireyim diye bir mefhum yoktu. Ailenin büyüğü hemen teşhis koyardı: “Ayde no tiyenes nada. Es imajinasyon!” (Hadi bir şeyin yok. Evham yapıyorsun.) İşin tuhafı, gerçek de buydu. Psikoloğa para verilmezdi. Bilmem kaç savaş görmüş nineler, kuruntularla mükemmel bir şekilde baş ederdi. Aslına bakacak olursanız, bilmedikleri yoktu ve bu bilgi ve deneyim, insanı okuyup üflemekten, terapi yapmak suretiyle evlilikleri kurtarmaya uzanacak kadar genişti.
Ailenin büyüğü dul kalmışsa, uğradığı kayıp ne kadar uzak bir geçmişse kalmış olursa olsun, akraba ve tanıdıklar, haftalık mutat görüşmeler dışında toplanır, mükellef sofralar kurulur ve mevlutlar yapılırdı. Küçükken kimsenin ağlamamasına şaşırsam da, yaşıtlarımla birlikte bulunmanın keyfini çıkarırdım. Sonra yeşil çuha örtülü masalar ortaya çıkarılır, ekipler oluşturulur ve çeşitli iskambil oyunları oynanırdı. İnsanlar birlikte olmaktan haz alırdı. Kimse büyüklerini terk etmeyi, onlardan kurtulmayı düşünmezdi. Zaten olur da bir nine veya dedeye seni yaşlılar yurduna yerleştireceğiz diyecek olursanız, bu onlarda hemen ölümü çağrıştırırdı çünkü insan oraya bir gitti mi, sağlam da olsa ölürdü.
Şimdi öyle mi sevgili okurlar? Kabul, çok şık huzur evleri var. Yaşlılar gezdiriliyor, oyalanıyor, gerekirse tedavi ediliyor ama bunun için yüklü bir bağış yapılması gerekiyor. Neredeyse parasız olanlarda ise benzer bir konfor ancak hayal oluyor. Yaşlılar bir de ziyaret edilmeyince, mutsuzlukları kat kat artıyor. Ha, bir de bakıcı tutup onları kim olduğu belirsiz kimselere emanet edenler var: hırlı mıdır, hırsız mıdır, döver mi, söver mi, şansa kalmış. Yaşlı ve rahatsız büyüğünü evine alıp yanına bakıcı verenlere söyleyecek hiçbir sözüm yok. İmkânı olan için bu çok normal. Ama kedi köpek beslediği için annesini babasını evlerinde istemeyenler var, düşünebiliyor musunuz? Biz böyle mi yetiştik?
Başlığa neden “önce ben” dedim? Çünkü çağdaş felsefe insana hep bu ilkeyi dayatıyor. Başkaları için yaşamayı, onlar için fedakârlık yapmayı bırakın. Size, sizden başka kimse mutluluk veremez. Kafanıza hiçbir şeyi takmayın. Her koyun kendi bacağından asılır. Hayata kaç kere geleceksiniz ki? Oysa biz biliyoruz ki hayata, bizim için belirlenen mükemmellik seviyesine ulaşıncaya kadar defalarca geleceğiz. Neyse, konumuz bu değil. Yiyin, için, gezin tozun, bir tek bunlar kalacak. Kimseden af dilemeyin. Sizi az üzmediler şimdiye dek. Yom Kipur öncesi kul hakkı almamak için dilediğimiz özürlerle alay edenlere bile rastladım, inanın. Gerekçe, ben kimseyi kırmam. Eğer kırılan varsa, bu onun aşırı alınganlığı. O halde bana ne? Öyle bir özgüven olabilir mi?
Anneniz babanız kendi hayatlarını yaşadı, artık sıra sizde. Çocuklarınızla yeterince uğraştınız. Onlar da başlarının çaresine baksın. Bir röportajda okumuştum, ünlü bir gazetecinin karısı, ben artık altmış yaşına geldim, hiçbir sorumluluğum kalmadı diyordu. Var mı böyle bir şey? Kendinize iyi bakın, bakımlarınızı yaptırın, sağlıklı beslenin, düzenli egzersiz yapın, bir ya da birkaç uğraşınız olsun, açık havaya, güneşe çıkın, uykunuzu alın… Bunları tabi ki yapın ama ailenizi ihmal etmeden. Günde birkaç telefon bile, sesinizi duymayı bekleyen büyüklerinize çok iyi gelecektir. Onlara parasal yardımda bulunabiliyorsanız, ne âlâ. Ancak sadece para yeterli değil. Bizim için gündelik olan işler, onların gözünde bazen çok büyür. Elimizi taşın altına koymak, yaşlılarımızın hayatını kolaylaştıracak, onlara hayatta yalnız olmadıklarını hatırlatacaktır.
İbranice ‘hay’ nedir sevgili okurlar? Hayat, öyle değil mi? Peki yaygın olan isim neden ‘Hayim’ yani ‘hayatlar’dır? Çünkü bu hayat yalnız yaşanmaz. Sizden rica ediyorum. Önce ben demeyin. Önceliğiniz hep ‘biz’ olsun.