Ne eksik biliyor musunuz toplumda? “Ooo, ne değil ki” dediğinizi duyar gibiyim. Sıraladığınızı aklınıza düşenleri, belki o gün yaşadığınız olaylarla ilgili.
Ama en çok gülümseme eksik insanımızda.
Bilim adamları araştırmışlar. Neobilim alanında beynin çalışma sistemleri üzerine yaptığı araştırmalarda, insanın neye odaklanırsa ve neyi yapmayı alışkanlık haline getirirse, onu daha kolay yaptığını bulmuşlar. Yaptığımız her hareket beynimizde nöronları ateşliyor. Bir davranışı ilk defa yaptığımızda, beynimizdeki nöron ormanında bir kıvılcım çakıyor. Ancak aynı davranışı tekrar tekrar yaptığımızda orman içinde önce nöronlar arası bir iletişim patikası açılıyor. Bu patika giderek toprak yol, ana yol, derken bir otobana dönüşüyor. Terk edilen davranışlar otobanı ise tam tersine kullanılmaya kullanılmaya otların bittiği, zamanla yolun yok olduğu bir ormana dönüyor.
Sokakta yürüyorum. İnsanları izliyorum. Bakışlar karanlık. Suratlar asık. Gülümsemeler kayıp. Oysa gülümseme aydınlıktır, yaratıcılıktır, umuttur. Hayattır gülümseme.
Gülümsemedikçe, daha da kararıyor hayatlar... Gülümsemedikçe hayata, daha da köreliyor yaratıcılık. Karanlık, işlevsiz bir ölü toprağı seriliyor üzerimize, insan insana neredeyse sadece mekanik bir şekilde değiyor. Görev icabı. Hal böyle olunca sinir katsayısı, kavga, savaş eksik olmuyor ortamdan.
Neye odaklanırsan o olursun. Neye odaklanırsan, o oluyorsun. Beyin öyle çalışıyor.
Önümüz yılbaşı. Sokaklar mutsuz çocuklarla, mutsuz insanlara dolu. Nasıl olmasın ki, ekonominin durumu ortada... İnsanlar ayrışmış. Birbirine tamamen yabancılaşmış bir toplum olmuşuz. Sokakta yürürken karşımızdan gelene bir gülümseme ile selam vermeyi unutmuşuz. Yetmiyormuş gibi, karşı karşıya geldiğimizle çarpışmamak işten bile değil. Çoğumuz az kenara çekilmiyoruz yolu paylaşmak için. Gülümsemeyi unuttukça, birbirimizin değer ve önemini de unutmuşuz çünkü.
Çocuklar, ah o çocuklar... Daha iyi bir gelecek için eğitim almaya gittikleri şehirlerde bir yurtta mesela, birilerinin sapıkça ‘namus’ algısından dolayı kilitli yangın merdivenlerinin arkasında... Lime lime olmuş bir toplum. Neresine dokunsan dağılıyor elinin altında... Yüzlerce girişim var bir şekilde bir boşluğu doldurmak, karanlığa bir ışık yakabilmek adına. Kimi çorba dağıtıyor ihtiyaçlılara, kimi bir kız çocuk okutuyor Anadolu’da, içerideki ya da dışarıdaki çocuklara oyun ve eğitim ortamı hazırlayanlar var.
Tüm bunları ciddiyetle yaparken gülümsemeyi de hatırlamak gerekir. Gülümsemeyi hatırladıkça gülümsetmek de mümkün çünkü.
Önümüz yılbaşı. Sokakta ne zaman mutsuz bir çocuk görsek yüzünü güldürmeyi de amaçlarımız arasına katmalı. Tanımadığımız bir çocuğun yüzünü güldürmek karanlığa bir mum ışığı yakmak gibi. Hiç sebep yokken. Hiç bir beklenti içinde değilken. Dans mı ederiz onunla, şarkılar mı söyleriz, bir top atıp ortaya oynar mıyız birlikte... Alıp onu sinemaya mı götürürüz, kırtasiyeye götürüp eline vereceğimiz boya kalemleri ile yaşamına bir renk, topluma bir sanatçı mı katarız... Amaç para vermek değil. Amaç anlık dahi olsa ikili bir ilişki yaratıp yüreğine değmek o çocuğun. Gülümsetmek. Ve gülümsemek. Yüreğine değdiğinde o çocuğun kendi yüreğine de değmek esasen. Onun yüzünde bir gülücük olurken kendi yüreğinin de yüzünden ışıldaması.
Çünkü daha aydınlık bir toplumu yaratabilmek için önce kendi yüreğinde yakmalı karanlığı yok edecek bir ışık. Ve çünkü, güler yüzlü bir toplum, ancak çocukların yüzü güldüğünde mümkün. Güler yüzlü bir toplum demek yaratıcı bir toplum demektir çünkü. Güler yüzlü bir toplum demek daha parlak, daha aydınlık yarına bir adım atmak demek bugünden.
Umut demektir güler yüz. Sevgi demektir, birlik demektir.
Hadi o zaman, hep birlikte!