Oysa hep doğuyor güneş, usanmadan, düzenli ve şaşmaz bir frekansla… Her doğuş ile yeni bir umudu yeşertiyor ve içten, kalpten gelen bir günaydını hak ediyor, inadına!
‘Günaydın’ her duyduğumda beni rahatlatan, her söylediğimde içimi açan, ferahlık katan, düşlemeyi, güzeli çağrıştıran bir sözcüktür. Doğanın monotonlaşmış döngüsü içinde, güneşin her doğuşu nasıl değişik bir güzelliği ifade ediyorsa, değiş tokuş edilen her ‘günaydın’ ayrı bir umudu, bir dileği fısıldar kulaklara…
…Umut edilen elbette iyidir. Kimse çirkinlikleri, düşmanlıkları dilemez; kimse kötülükleri umut etmez. Gelin görün ki, üzerinde yaşadığımız topraklarda, hızla birbirine yabancılaşan bizler, güneşin her doğuşu ile bir tedirginlik içinde başlıyoruz güne… Yokuş aşağı freni boşalmış kamyon misali, hızla yuvarlanıyoruz, nereye varacağımızı bilmeden savruluyoruz… ‘Günaydın’ buna uymuyor!
…Yurdun şurasından veya burasından gelmiş ya da gelecek kötü bir haber artık bizi çok da etkilemiyor. Oralarda, uzaklarda bir yerde mini mini yavrular yangında ölmüşler! Birilerinin ihmali varmış! Yetkililer, yetkili kalmışlar ancak sorumluluktan muaf tutulmuşlar, kime ne? ‘Günaydın’ buna uymuyor!
…Bir kanaat önderi, bir toplum lideri maksadını aşan bir laf etmiş. Nereye varacağını bilemeden veya daha kötüsü, belki de bilerek nezakete uymayan bir söylemde bulunmuş. Herkes de duymuş! Kimi ayıplamış ancak geneli anlamamış bile ağızdan çıkanın manasını, hatta alkışlamış, naifçe… Ya da sinsice, kim bilir? ‘Günaydın’ buna uymuyor!
…Trafik kazası olmuş! Bir minibüs yaşlı bir teyzeye çarpmış, tanık oldum geçtiğimiz günlerin birinde. Teyze yerde, etrafında etten bir duvar… Herkes yerde duran kadıncağıza bakıyor… İçlerinden biri akıl ediyor, ambülansı çağırıyor… Biraz sonra ekip geliyor… Teyzenin akrabaları da, kendisine çarpan araç şoförününkiler de orada. Pazarlık başlıyor. Sedye ile ambülansa konan teyze az sonra indiriliyor, kollarda başka bir araca sürükleniyor. Ve olay örtülüyor, öylesine! Oysa teyze ayakta duramıyordu! Nereye götürüldü? Ambülans nasıl onu öylesine bırakıp çekti gitti? Ne tür bir pazarlık yapıldı? ‘Günaydın’ buna uymuyor!
… Memleketin bir yerlerinde kadınlar itilip kakılmış, değersizleştirilmiş. Namus adına birçok gencin, çocuğun geleceği karartılmış. Tacizler almış başını gitmiş… Ve onları korumakla, kollamakla yükümlü olanlardan ses yok. Sessizlik, olup biteni onaylamaktan mı yoksa çaresizlikten mi? Nasıl oluyor da böylesi olaylar kanıksanabilecekler arasında yer bulabiliyor? O kadının, o gencin, o çocuğun, tacizin her türüne maruz kalanın duyguları, yaşadığı travma nasıl da ucuzlatılabiliyor? Üstü örtülen her bir olayın toplumun dokusuna, uyum içinde yaşama umuduna, düzene olan güvenine darbe indirmek olduğu nasıl görülemiyor… Yoksa bu önemsenmiyor mu? ‘Günaydın’ buna uymuyor!
…Adeta vahşi kapitalizmin her tür silahı ile girişiliyor oraya buraya. Kazanmak için her yol mubahtır düsturu ile hareket ediliyor. Kimin gücü kime yeterse! Liyakat çoktan unutulmuş, çıkar birliği her şeyin önüne geçmiş... Para ile yapılamayacak birçok şey, nüfuz ile yapılır olmuş. Adalet yalnızca bir isim olarak anılır olmuş… ‘Günaydın’ buna uymuyor.
…Kendi gibi düşünmeyene, kendi gibi davranmayana, kendi gibi görünmeyene karşı nefret gelişmiş… Ne gam! Bundan doğalı yok. Azınlıklar içinde azınlıklar yaratılmış, toplumun ortak paydaları dinamitlenmiş… Birey, kinin, nefretin kapıkullarını devşirilmiş. Hani sağduyu? Hani saygı, hoşgörü? ‘Günaydın’ buna uymuyor!
Oysa hep doğuyor güneş, usanmadan, düzenli ve şaşmaz bir frekansla… Her doğuş ile yeni bir umudu yeşertiyor ve içten, kalpten gelen bir günaydını hak ediyor, inadına!