Bu yazı, güzel memleketimizi bırakıp gitme konulu yazılardan değil.
Bu yazı, güzel memleketimizi bırakıp gitme konulu yazılardan değil. Yılın başında ilk köşe yazım ‘Başlangıç’ta size söz vermiştim, yalnızca insanoğluyla ilgili kötümserliğinizi tersine çevirecek yazılar yazacaktım. Dünya’nın yok olması gibi kötümser bir varsayımla başlıyorum ve çevirip şöyle diyorum; merak etmeyin bir ‘B plan’ımız var: Mars’ta medeniyetimiz devam edebilir. Sözümün eriyim.
15 Aralık akşamı Mars’a bir ziyaret yaptım. Doğal olarak delirdiğimi düşünmenize yol açabilecek bu cümle torunlarınızın çocuklarının günlük konuşmalarında rahatlıkla geçebilir. Ama ben biletleri satışa çıkar çıkmaz tükenen Zorlu PSM’de National Geographic’in Mars adlı belgeselinden esinlenilerek Avrupa’da ilk kez yapılan “Nat Geo Live: Mars’ta Yaşamak” etkinliğinden söz ediyorum.
‘Mars’ta Nasıl Yaşarız?’ adlı belgesele esin kaynağı olan kitabın yazarı Stephen Petranek ve belgeselde doktor rolündeki oyuncu Clementine Poidatz bizi, neredeyse her an kum fırtınaları oluşan, ortalama sıcaklığı -55 derecede seyreden, karbondioksit gazından meydana gelen atmosferi dünyanınkinden 100 kat daha ince olan ve büyüklüğü Dünya’nın yarısından küçük olduğundan yerçekimi alıştığımızın yüzde 38’i olan Mars’a yolculuğa çıkardı.
2,5 saat süren panelde Petranek’in, moderatör Selma Ergeç’in sorularına verdiği yanıtları çok kısa bir şekilde sizin için özetlemekle kalmıyorum bir de ilgili jargonları ekliyorum. Yeni yıl hediyeniz. İtinayla cümle içinde kullanınız.
1-Neden Mars’a gitmeliyiz?
Dünya dışında başka bir gezegende daha yaşayabilirsek, bir gün dünyada türümüzü yok edecek bir felakette (asteroit çarpması, ekosistemin çökmesi, salgınlar vs) medeniyetimizi devam ettirme garantisi elde eder ve böylece multi planet species -mülti gezegen türü- oluruz.
Teknolojinin ilerlediğini sanıyoruz ya aslında cep telefonlarımızdan giyimimizdeki teknolojiye kadar her şey 1961-1975 arasındaki Apollo uzay programından geliyor. Mars’a gitmek teknolojiye müthiş bir itici güç olur. Mars’ı dünyalaştırarak (terraforming) aslında Dünya’mızı nasıl kurtaracağımızı öğreneceğiz, okyanuslarımızı ve havamızı temizlemeyi.
2-Elimizde 30 yıldan fazla bir süredir yeterli teknoloji olmasına rağmen neden Mars’a gitmedik de şimdi gidiyoruz?
Hükümetlerden ayrı olarak özel roket şirketleri oyuna dahil oldu. 2002’de Elon Musk SpaceX’i kurdu. Musk, maliyeti 250 milyon dolara çıkabilen ve denizin dibini boylayan roketler yerine çok daha düşük maliyetle ve tekrar kullanılabilecek şekilde dikine iniş yapabilen roketler yaptı; amacı da net: kendi kendisine yeten bir medeniyeti Mars’a yerleştirmek. Paul Allen (Microsoft), Richard Branson( Virgin Airways), Larry Page (Google), Jeff Bezos (Amazon) hepsi uzay işine girmiş durumdalar.
NASA, 2 sene önce kesinlikle Mars’a gitmeyeceğini açıklamıştı. Ancak -inanmayacaksınız ama- Martian filminden sonra kamuoyu fikri değişti ve NASA müthiş bir baskı altında kaldı. Ay’a çıkma zaferini yaşamayan nesiller hayatlarında iz bırakan katastrofik değil, pozitif bir olay istiyorlar.
3- Mars’a nasıl gideceğiz?
Mars’a gidecek olan Orion mürettebat kapsülü, aslında bizim bildiğimiz Ay’a giden Apollo ile aynı. Ya NASA’nın SLS roketleriyle gidilecek ya da yeni bir umut Elon Musk’ın Dünya’ya dönülebilen roketleriyle. Gerçi, Mars’a gidenler bir daha geri dönmeyecekler çünkü orada bir medeniyet kurmaya gidiyorlar; bu Amerika’yı keşfetmeye gidenlerin orayı terk edip geri dönmesi gibi olurdu. Orion’un kenetleneceği ve astronotların 210 gün sürecek yolculukları boyunca yaşayacakları uzay gemisi hareket alanı açısından büyükçe olacak.
4-İlk kolonimizi ne koşullarda kuracağız?
2018 gibi Mars’a habitat kurmak üzere, kargo gemileri, inşa etmeye programlı robotlar ve 3D printerlar göndereceğiz. 2027’de ise 6 kişilik ilk mürettebatın Mars’ın ekvatoruna yakın 8 kilometre derinlikte bir kanyona inmesi planlanıyor. Burada hava en yüksek 20 dereceye kadar çıkabiliyor (geceleri –100 olsa da) ve vadinin duvarları güneşin zararlı radyasyonunu engelliyor. İlk ihtiyaçlarımız: barınak (yer altında, 5 metre kalınlığında duvarların koruduğu mağaramsı yapıları Mars toprağından elde edilmiş tuğlalardan yapacağız), yemek (uzun bir süre dünyadan donmuş gıda kargolanacak ve beraberinde dikey hidroponiklerde -topraksız tarım- mantar, salata ve çeşitli sebzeler yetiştireceğiz), giyim (Mars’ın düşük basıncında şişerek dağılmamamız için basınçlı elbiseler giyeceğiz) ayrıca dünyadan farklı olarak oksijen (Mars’ın nemli atmosferinden su çıkarabilen Wavar ve oksijen çıkarabilen Moxie makinelerini 2020’de Mars’a yollayacağız). Sürdürülebilir medeniyet için makineye bağlı kalınamayacağı için Mars’ın atmosferini yoğunlaştırmak ve daha da ileride normal tarımın başlayabilmesi için gezegende küresel ısınma yaratmalıyız. Evet, dünyada durdurmaya çalıştığımız küresel ısınmadan bahsediyorum; bunu da Mars’ın yörüngesine koyacağımız solar ayna sayesinde başarabiliriz. Isının 5 derece artması kutuplardaki buzu eritmeye yani akan su yaratmaya ve donmuş karbondioksiti gazlaştırmaya yeter; böylece Mars’ın atmosferi ısıyı tutmayı da başarır. Hayat Kanada’da yaşamak gibi olur. Havanın direk solunması için ise bin yıl kadar süre gerekir. Ama durun en uçuğu bu: İnsan genetiği, karbondioksite ve radyasyona daha dayanıklı hale getirmek üzere değiştirilebilir.
Petranek her iki yılda bir insanların Mars’a gitmeye devam edeceğini; 2050 yılında Mars’ta 50 bin kişinin yaşayacağını söyledi ve şu sözleri her birimizi şaşkınlık içinde bıraktı. “Bu salonda oturan en az birinizin ya çocukları ya torunları Mars’ta yaşayacak, garanti ediyorum.” Selma Ergeç, sunumun başında “Mars’ta yaşamak isteyenler parmak kaldırsın,” demiş; birkaç parmak havaya kalkmıştı. Sunumun sonunda tekrar ettiği sorusuna bu sefer çok daha fazla parmak kalkmıştı.
Ha ben mi? Tabi ki her iki seferde de parmak kaldırdım.
…4,3,2,1,1,0
Saatlerin bir saat geri alınmaması yüzünden ‘Günaydın’ demekten mahrum kaldığımız bu günlerde size verebilecek, çok ufak da olsa, iyi bir haberim var. 31 Aralık’a yani yılın son gününe bir saniye eklenecek. Buna artık yıl gibi ‘artık saniye’ deniyor. İnsan yapımı saatlerin kullandığı GMT (Greenwich Mean Time) dünyanın kendi etrafındaki dönüş süresini esas alır. Dijital saatlerin kullandığı UTC (Coordinated Universal Time) ise bir saniyeyi, Cesium atomunun 9,192,631,770 adet dalga tepesinin belli bir noktadan geçiş süresine eşitler. Atomik saatlerin mantığı aynen bu. Dünya’nın rotasyonunun çeşitli nedenlerle (gel-git, deprem vs.) yavaşlaması/hızlanması günlerin süresinde ortalama 0.002 saniye oynamaya yol açıyor; senede bir saniyeye yakın. Öbür taraftan atomun bir saniyedeki radyasyon dalgası sayısında hiçbir kayma söz konusu değil. GMT ile UTC arasındaki süre farkı bir saniyeye çıktığı zaman o fark düzeltiliyor; düzeltilmezse GMT ve UTC arasındaki fark 5 bin yılda bir saate çıkar. Şimdiden bu şekilde önlem almamız elzem, desem abartmış olurum ama insanoğlu alıyor işte; optimizm diye buna derim. Yani 31 Aralık gecesi 4,3,2,1 diye saymak yerine 4,3,2,1,1,0 diye sayacaksınız; öpüşmek için ekstradan bir saniye size hediye. Mutlu yıllaar!