Günlerden pazartesi. Hanukiya’yı büfeden çıkardım. Her seneki gibi salondaki sehpanın üstüne koydum. Nedense bayramdan birkaç gün önce göz önünde olması hoşuma gider. Çocuklar küçükken okuldan geldiklerinde ‘A Hanuka geliyor’ diye sevinirlerdi. ‘Üç gün, iki gün, bir gün kaldı’ nakaratıyla olaya heyecan katar, bu arada bayramın öyküsünü de anımsardık.
***
Yıllar geçti, herkes büyüdü. Ama Hanuka’nın yeri biraz daha özel kaldı içimde. Bayramın bir an önce gelmesini bekliyorum. Son zamanlarda gündem o denli karmaşık ve üzücü, sorunlar öylesine ağır ki yüreğimiz daralıyor. 24 Aralık Hanuka, diğer adıyla Işıklar Bayramı. Bir günlük yağın sekiz gece boyunca kandillerin yanmasını sağladığı mucizevi olay… Umutların yeşermesi için inanca daha çok ihtiyacımız var. Bu sene Işıklar Bayramı’nda iç huzurumuza erişmek, karanlıktan sıyrılmak ve yeni nesle aydınlık bir gelecek için her zamankinden daha güçlü yakaracağım. Mucizeler her zaman tekrarlanabilir. İnanıyorum…
Hag Hanuka Sameah.
***
Değişik yaşlarda arkadaşlarınız olması çok hoş bir duygu. Farklı konularda sohbet ederek, bir yandan yenileniyor, diğer yandan aynı olaya farklı gözle bakmayı öğreniyor, çoğu kez de güzel bir enerji yakalıyorsunuz.
***
Uzun zamandır aklımda bir proje var. Büyük şehirde yaşamanın ağır bir bedel olduğunu düşünüyorum. Hava kirliliği, trafik, delik deşik kaldırımlar, klakson sesleri, günceli yakalamak için dinlemek zorunda kaldığınız üzücü ve iç karartıcı haberler… Kısacası isteğiniz dışında gelişen, kişiyi yoran ve hatta mutsuz kılan olaylar zinciri…
Gerçekleştirebilir miyim, yoksa hep hayal olarak mı kalır bilemiyorum ama İstanbul’dan uzaklaşıp, daha ılıman iklimli Ege ile Güney sahilleri arasındaki bir yöreye demir atmak çok isabetli olurdu. Robinson tarzı bir yaşamdan söz etmiyorum tabii. Ama daha sakin, daha yeşil ve mutlaka mavisi olan… Denizi olmayan bir yaşam düşünemiyorum. Söz konusu rüyayı gerçekleştirmem için engel olan da yok. En kötüsü kişinin kendi içinde yaşadığı ikilemler. Hayat şartları zorlamadıkça şehirden tümüyle kopamayacağımı biliyorum. Ama bu tempoyu kaldırmak için bir şeylerden beslenmek lazım. Belki de ilk adım, altı ay doğa ile bütünleşebileceğiniz kırsal alanda, altı ay da şehirde yaşamak. Tabii bunun için ya işinizi olduğunuz yerde sürdürebilir olmalı veya genç emekli statüsüne girmelisiniz.
***
Geçenlerde İzmir kökenli, İstanbul’da yaşayan, benden hayli genç bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Bir süredir şehrin yoğun temposundan uzaklaşmak için fırsat buldukça eşiyle birlikte hafta sonlarını Alaçatı’da geçiriyorlar. Ve bu kısa tatillerden çok mutlular. ‘Eskiden kışın kimsecikler yoktu, şimdi hayat var. Yaz aylarının patırtısı olmaksızın cafe’lerden yayılan hafif müzik, çay/kahvelerini açık havada içenler, ayaküstü sohbetler… Zihnimiz arınmış olarak geri dönüyoruz’ diye anlattı arkadaşım. Sevindim. Yeni nesil yeni tatları daha erken keşfediyor, uyguluyor.