15 üyeli BM Güvenlik Konseyinin 14 olumlu oyu ve ABD’nin çekimser kalmasıyla kabul edilen bu kararı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu utanç verici olarak nitelendirilmiş ve BM’nin İsrail karşıtlığına bir örnek olarak göstermiştir.
BM Güvenlik Konseyi 23 Aralık 2016 tarihinde kabul ettiği 2334 sayılı kararı ile İsrail’in 1967 Savaşında ele geçirdiği Filistin topraklarında yerleşim birimleri kurmasının ‘hukuki geçerliliği’ olmadığını, bunları inşa ederek uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve yerleşimlerin iki devletli çözümün ve adil, kapsamlı ve kalıcı barışın tesisi önünde engel teşkil ettiklerini karara bağlamıştır. Ayrıca Doğu Kudüs dahil tüm bu topraklarda yerleşim faaliyetlerine son verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
15 üyeli BM Güvenlik Konseyinin 14 olumlu oyu ve ABD’nin çekimser kalmasıyla kabul edilen bu kararı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu utanç verici olarak nitelendirilmiş ve BM’nin İsrail karşıtlığına bir örnek olarak göstermiştir. Eğitim Bakanı ve Yahudi Evi Partisinin Başkanı Naftali Bennett ise bu kararın terörizmi teşvik ettiğini ifade etmiş ve buna karşılık olarak Batı Şeria’da bulunan 40 bine yakın kişinin yaşadığı Maale Adumim yerleşiminin İsrail’e ilhak edilmesine yönelik yasa tasarısı hazırlandığını açıklamıştır. Kudüs’e 20 dakikalık bir mesafede bulunan Maale Adumim’in 1990’lardaki İsrail-Filistin barış görüşmelerinde bile İsrail’e ilhak edilmesinin çok muhtemel olduğunu vurgulamakta yarar var. Öbür taraftan, Kudüs’ün banliyösü olarak adlandırabileceğimiz bu yerleşimin anlaşma olmadan ilhakının uluslararası toplum ve Filistin tarafından kabul edilmeyeceği açıktır.
Bu bağlamda konunun anlaşılması açısından toprak meselesi üzerinde durmak gerekecektir. İsrail 1948 yılında kurulduktan sonra birçok devlet tarafından tanınmış ve 1967 yılındaki Altı Gün Savaşlarına kadarki topraklarının meşruiyeti uluslararası toplum tarafından kabul görmüştür. Tabi bunun istisnası Arap dünyası ve bazı Müslüman ülkelerdir ki, bunlar İsrail’in varlığını reddetmiştir.
1967 Altı Gün Savaşı ile İsrail, Mısır’dan Gazze Şeridi ve Sina Yarımadasını, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı ve Suriye’den Golan Tepelerini almıştır. O tarihten itibaren BM kendi anayasasına uygun olarak güç kullanma yoluyla toprak kazanımını reddetmiştir. İsrail bu topraklardan Sina Yarımadasını Mısır’a kademeli olarak 1982’de sonuçlanmak üzere iade etmiştir. Gazze’yi ise 2005 yılında Filistin Ulusal Yönetimi’ne teslim etmiştir. Geri kalan topraklardan Doğu Kudüs’ü ve Golan’ı kendi topraklarına katan İsrail, Batı Şeria konusunda Filistinliler ile barış süreci bir anlaşmaya ulaşamadığı için bu toprakların nihai statüsü belirlenememiştir.
Batı Şeria’daki durum şöyle özetlenebilir: 1990’lardaki Oslo Barış Süreci sonucu, Filistin şehirleri Filistinlilerce yönetilmekte, İsrail yerleşimleri ve şehirlerarası yollar ise İsrail tarafından kontrol edilmektedir. Ayrıca belirtilmelidir ki, bugün itibarıyla Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te 600 bin civarında İsrailli yaşamaktadır ve Ariel şehrinde bir İsrail üniversitesi kurulmuştur.
Yehuda ve Şomron (Judea and Samaria) olarak da tanımlanan Batı Şeria topraklarında Filistinliler bağımsız devletlerini kurmak istemekte ancak İsrail bu bölgeyi hem ülkelerine stratejik derinlik sağladığı için hem dini sebeplerden dolayı tamamen bırakmak istememektedir. Sol kesim buranın daha çok stratejik önemi üzerinde dururken, milliyetçi-muhafazakâr kesimler Tevrat’ta bahsedilen birçok tarihi olayın bu bölgede geçmiş olması sebebiyle bu toprakların anavatanın merkezi bir parçası olduğu üzerinde durmaktadır. Kısa bir örnek olarak Hz. İbrahim’in ve eşi Sara’nın, İshak ve Rebeca’nın Hebron’daki Mahpela Mağarasında (Maarat haMachpela) kabirlerinin bulunduğunu ve Beytüllehim yakınlarında ise Rahel’in mezarının bulunduğunu hatırlatalım.
Ama uluslararası toplumun bu topraklara bakışı son BM kararında görüldüğü gibi daha farklıdır. Diğer bir deyişle Doğu Kudüs ve Batı Şeria ikili görüşmeler yoluyla çözülmesi gereken işgal altındaki topraklar olarak tanımlanmaktadır. Amerika’nın BM Daimi Temsilcisi Samantha Power’ın vurguladığı gibi Cumhuriyetçi ve Demokrat tüm Amerikan yönetimleri yerleşimleri barışın önünde bir engel olarak görmüşlerdir. Ronald Reagan’ın yerleşim inşaatlarının durması gerektiğine dair 1982 yılında söylediği sözlere atıfta bulunan Power, ayrıca yerleşimlerin iki devletli (Filistin ve İsrail) çözümü engellediği kadar İsrail’in demokratik ve aynı zamanda Yahudi devleti olması olgusunu da sulandırdığını iddia etmiştir.
Ancak Amerika’nın seçilmiş Başkanı Donald Trump ise 20 Ocak 2017’de göreve başladıktan sonra işlerin farklı olacağını ifade etmiştir. Amerikan Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağını ifade eden Trump’ın Amerika’nın Ortadoğu politikasını ciddi olarak değiştirip değiştirmeyeceği dikkatle izlemeye değer bir konu olarak önümüzde durmaktadır.