“If I were a rich man / Eğer zengin bir adam olsaydım...” Bu çok bilinen şarkı sözlerinin yer aldığı 1971 Amerika Birleşik Devletleri yapımı film, müzikal filmler alanında ‘efsane’ olarak bilinmektedir. Başrolünde halen hayatta olan Haim Topol’un yer aldığı film, Norman Jewison tarafından yönetilmiş, senaryosu Josef Stein tarafından yazılmış, İngilizce ve İbranice olarak Kasım 1971’de dünya sinemalarında vizyona girmiştir. Geleneksel Doğu Avrupa Aşkenaz müzik motiflerinin hâkim olduğu ve her toplumdan izleyicinin müzikal anlamda kendisinden bir şeyler bulabileceği filmin müziklerini ise Jerry Bock, Sheldon Harnick ve John Williams yapmıştır. Film, Scholom Robinowitz’in Yidiş dilinde yazdığı Doğu Avrupa Yahudilerinin komedi ve merhamet içerikli hikâyelerinden esinlenerek yapılmıştır. 22 milyon Amerikan Doları olan film bütçesi, 50 milyon Amerikan Doları gişe hasılatı yaparak, yapımcısının yüzünü güldürmüştür. 181 dakika olarak çekilen film, 1979 yılında 40 dakika daha kısaltılarak 149 dakika olarak yeniden piyasaya sürülmüştür.
Müzikaller, kalabalık oyuncu kadroları, koreografisi, büyük dekorları, sahne düzenlenmesi gibi detaylarıyla birçok açıdan film türleri arasında yapım olarak en yüksek bütçeye sahip eserlerdir. Sesin sinemaya girmesiyle birlikte müzik, beyaz perdede etkin olarak kullanılmaya başlamış ve Hollywood, gişe hasılatı için Broadway müzikallerinden büyük ölçüde faydalanmıştır. Özellikle iç karışıklık, toplumsal krizler ve savaş dönemlerinde izleyiciye doğrudan ‘gerçeklerden kaçış’ sunduğu için kitlelerin rağbet gösterdiği tür olarak karşımıza gelir. Hollywood’un altın çağında olgunlaşan müzikaller, 60’lara dek etkinliğini sürdürmüş, ancak 1960’lı yıllarda yaşanan toplumsal ve siyasal kırılmalar karşısında güç kaybetmiştir. Başta Soğuk Savaş ve Kore Savaşı gibi nedenlerden ötürü, diğer taraftan pahalı bütçeleri nedeniyle kemer sıkma politikasına giden Hollywood, bu sektörde yer alan birçok kişinin işine son vermiştir. 70’li yıllarda Kabare (1972), New York New York (1977), Cumartesi Gecesi Ateşi (1977), Grease (1978), All That Jazz (1979), Hair (1979) gibi sinema tarihine damgasını vuran müzikallerin yanında es geçilemeyecek bir başka film de on yılı aşkın bir zaman boyunca perdelerini üç binden fazla kez açarak Broadway’de en çok sahnelenen on beş müzikal arasına girmeyi başaran Damdaki Kemancı olmuştur.
Aşkenaz Yahudileri’nin kırsal hayatta nasıl yaşadıklarını, mizahi bir dilde veren filmin konusu 1905 yılı Çarlık Rusya’sında geçmektedir. O dönemki Rus köyü Anatevka’da yaşayan Sütçü Tevye’nin (Haim Topol) beş kızı vardır. Ailenin yaşadığı köyde Ortodoks Hıristiyanlar da yaşamakta olup, iki toplum arasında bir husumetten hiçbir şekilde bahsedilmez. Başkarakter Sütçü Tevye, köy hayatının zorlukları ve parasızlığın getirdiği bazı olumsuz durumları esprili bir dille seyirciyle paylaşmaktadır. Tevye’nin karısı, kızlarını evlendirmek istemektedir, ancak parasızlık yüzünden kızlarının çeyizlerini bile hazırlayamaz. Baktığı damatlar zengin kişilerdir, ancak geleneklere göre damat bulma işi çöpçatanlara ait olup, bulunan damat adaylarını da Tevye beğenmemektedir, çünkü paradan çok bilgiye önem vermektedir. İç sesini Tanrı ile konuşarak seyircilerle paylaşan Tevye, yaşadıklarını esprili bir dille anlatır.
Toplumsal bir özne olan birey, doğduğu andan itibaren ninnilerle, ilahilerle, ailesinden işittiği ezgilerle topluma dahil edilmekte ve bu nedenle müzik de, kimliğin bir taşıyıcısı olarak bireyi inşa etmektedir. Aşkenaz kimliğinin ve dönem içerisindeki sorunların dile gelmiş hali olan Damdaki Kemancı, yalnızca bir toplumun ve kültürün izlerini seyircisine taşımamış, evrensel olarak da insani duyguların dışavurumu olarak karşımıza gelmiştir. Sinemanın en güzel örneklerinden biri olan ‘Damdaki Kemancı’yı geride bıraktığımız ve birçok olumsuzlukla donatılmış olan 2016’nın son günlerinde birkaç defa daha izledim. Filmin izleyiciye verdiği naif duygulardan bir kez daha esinlenerek, 2017’nin bütün Şalom ekibi ve okurları için güzel bir yıl olmasını diliyorum; “To life, to life, le chaim!”