Ggeçtiğimiz gün yeni yıla girdik. Takvim yaprağının bir günlük değişimine çok umut bağlamış olmalıyız ki terörün gayet hesaplı girişimi karşısında, o ana dek yeni yıl ile ilgili beslediğimiz tüm naif duygular sönüverdi birdenbire. Yerine geçen ise en hafifinden düş kırıklığı, kızgınlık ve çaresizlik ile yoğrulmuş koyu bir isyan hissiydi. Saatin, takvimin yalnızca zaman ölçmeye yaradığını bilen bizler, kendilerinden beklememiz gerekenden daha fazlasını mı istemiştik?
Oysa yaşadığımız havanın ağırlığından olsa gerek serin bir nefes bekler durmuştuk yeni seneden. Öyle çok fazla bir şey de istemiyorduk aslında… Sağlıklı olalım, sevdiklerimiz yanımızda olsun, sıcak bir aş, makul bir işimiz olsun yeterdi… Geçtiğimiz sene ve onun da öncesinde, çemberi daraltırcasına, orada burada, yurdun dört bir yanında patlayan bombalar, sokaktaki insanın, bizim, soluğumuzu keser olmuştu...
Medeni insan, içinde doğuştan var olan kötüyü, kendini yenme çabası ile avuttuğunca başarılı olmuştur. Kendi ile yarışması, hem bireysel hem de sosyal gelişiminin teminatı olmuştur asırlar boyunca. En kapsamlı şekli ile sanat, teknoloji, bilim, edebiyat, spor ve bu gibi insan ruhunu zenginleştiren, onun parlamasını sağlayan, ona yaşama arzusu veren değerleri görmezden gelmek, onun damarlarını kesmek ile eşanlamlı algılanmalıdır.
Bu durumda, sokaktaki adamın günümüzde birincil ihtiyaçlara indirgenmiş olan basit beklentilerinin, kendisini bir yere taşıyamayacağı, her ne kadar içten olursa olsun, kendi içindeki kötüyü oyalayamayacağı aleni değil midir?
Bireyi, içinde debelendiği çukurdan yukarı çekip benliğini yüceltecek bir hale getirmek yerine, orada kalmasını yeğlemek, uygarlık yolculuğunda kendisine takılan bir çelme olsa gerek. Uzun ve acı dolu tecrübelerin bezediği asırlar boyunca, insana ışık tutan değerlerin bugün yozlaşarak onun geleceğini karartan bir duvar olarak karşısına dikilmesi, düşündürücü ve bir o kadar da umut kırıcı… Zaten kendini bilenin isyanı da bundan, hiç şüphesiz!
Dinlediği bir ezgi, okuduğu bir şiir karşısında içi titremeyen nesillerin, taleplerini dile getirirken biat kültürünün pençesinde sıkışıp kalmış yarınların, feodal yapı içinde kendilerine yer edinmeye mahkûm edilen gençlerin, vicdan ile hareket etmeleri beklenemez. Terörün maşaları tam da bunlar değil midir?
Bunu tersine çevirmek, yaşamı anlamlı kılmakla mümkün olabilir. Nafile görülen her neyse onun başarılması, insanın kendini geliştirmesi ile başkalarının yaptıkları veya yapamadıklarından ziyade kendi becerebileceklerine odaklanması ile olası yenilgisinin nedenini başkasında değil, kendinde, yalnızca kendinde araması ile mümkün olacaktır.
Öte türlü, hapsedildiği daracık dünyasının içinde, gelişen olaylara seyirci, var oluşunu uydurulan bir düşmana bağlamış, fedaileştirilen bir profil ile karşı karşıya kalırız. Kalıyoruz da…