Joshua Sobol’un Getto oyununu yirmi yıl kadar önce okumuştum. Bir rastlantı sonucu, kitabın yazarıyla da söyleşi yapma fırsatım oldu. Tarihe ışık tutması, o dönemde gettoda yaşayanların duygu ve düşüncelerini dile getirmesi açısından konusu bana ilginç gelmişti. Okumam sırasında beni etkileyen kimi sözleri de not almıştım. Bunlardan birini paylaşmak istiyorum.
Bu denli baskı ve olumsuz koşullar içindeyken, genç Doktor Weiner’a, fırsatı varken neden getto’dan kaçmadığı sorulur. Weıner, yaşadığı korkuları açıkladıktan sonra şöyle der:
“İnsan kaçıp giderse bir karar vermiş olur, bu karardan da kendisi sorumludur. Yalnız kendisi. Burada, gettoda ise insan herhangi bir karara varmadan yaşamını sürdürebilir. Her şey olayların akışına bırakılır. Burada hareketsizlik felsefesinden daha güzel bir şey yok. Beklemek ve hiçbir şey yapmamak!”
Bugün başta ülkemiz olmak üzere, yeryüzünün birçok yöresinde, kendilerini doğrudan etkilemese de, yakın ve uzak çevrelerindeki olayların etkisiyle, insanlar mutsuz ve huzursuz yaşıyorlar. Terör, savaş, ekonomik sorunlar, güvensizlik, gelecek kaygısı, umutsuzluk… Her yaş ve her sosyal düzeydeki insan, adını koyamasa da farklı korkuların egemenliği altında, kendini bir baskı altında duyumsuyor. Özellikle okuyan, düşünen, günlük olayları yakından izleyen ve onları nesnel olarak yorumlayabilen herkes, benzer duyguların etkisinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.
Bu arada her birimiz ne denli tepkili olsak da, düşünce ve davranışlarımızla oyundaki doktorun sözlerini kanıtlıyor gibiyiz:
Bekliyoruz ve hiçbir şey yapmıyoruz!
Yazarın dile getirdiği “hareketsizlik felsefesi”ni benimsemiş olduğumuzu var sayarak soralım: Neyi bekliyoruz?
Öncelikle hayatımızı karartan tüm olumsuzlukların sona ermesini… Gerginliklerin ortadan kalkmasını… İlişkilerimizde saygı ve sevginin daha çok yer almasını… Yaşantımızda huzurun egemen olacağı bir iklime dönmesini bekliyoruz.
Peki, niçin hiçbir şey yapmıyoruz?
Tek bir sözcükle açıklamak istersek: Korkuyoruz! Yalnız kalmaktan, yalnız bırakılmaktan… Elimizdeki maddesel olanakları yitirmekten… Sığınacak güvenli bir liman bulamamaktan, belirsizliklerden… Günümüz ve geleceğimiz için kurduğumuz tüm güzel düşlemlerin yıkılmasından… Yalnız kendimiz için değil, bütün aile bireyleri için yanlış bir adım atmış olmaktan…
O denli çok ki korkularımız, bu yüzden bekliyor ve hiçbir şey yapmıyoruz!
Öte yandan, sayıları az da olsa çevresindeki çemberi yararak yeni bir yaşama adım atanları da görüyoruz. Kendi payıma kimilerini kaygıyla, kimilerini de kıskanarak izlediğimi söylemek isterim.
Zaman, tüm olumlu ya da olumsuz yanlarıyla, hangi davranışımızın doğru olduğunu ortaya koyacaktır: Hareket mi, hareketsizlik mi?..
Her şey bir yana, Nazım Hikmet’in şiirine sığınarak umudumuzu sürdürmemiz gerektiğini düşünüyorum:
“Güzel günler göreceğiz çocuklar / güneşli günler göreceğiz.”