Kararlıların kılavuzu

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
11 Ocak 2017 Çarşamba

 

Yahudilerin ‘itaat özürlü’ ve ‘isyankâr’ olduğunu söylemek isteyenler, şu söze bayılırlar: “İki Yahudi’nin olduğu yerde üç kanaat vardır.”

Keşke bu söz doğru olsaydı… Yani keşke insanlar yerleşik kanaatlerine ‘bir de başka açıdan’ bakma ustalığını gösterebilselerdi… Belki böylece, kulaktan dolma kanaatleri bilgiye dönüşebilirdi.

Oysa herkes kendi peşin fikir ve önyargılarını gerçeğin ta kendisi sandığı için, kimsenin ‘aykırı’ fikirleri dinlemeye gönlü yok… Sunulan fikrin doğruluğu kimsenin umurunda değil. İlgilendiren husus, kimin söylemiş olduğu: “Bizden biri mi, ötekilerden mi?”

Nadiren, Maimonides gibi, birbirlerinden çok farklı görüşlere hitap edebilen bir düşünür çıkıyor. ‘Bizim görüşü’ destekleyen söylemi o kadar cazip ki, o kısmına sahip çıkıyor, ‘gerisini’ görmezden geliyoruz.

Ya da Spinoza gibi biri, söylediğini öylesine bir titizlik ve kesinlikle kanıtlıyor ki, bize iki seçenek kalıyor: Öğretiyi kabul etmek… Ya da aklımızı susturmak.

Bu olağanüstü insanları, olağanüstü koşullar yaratıyor. Maimonides’in -ve çoğumuzun atasının- yaşadığı XII. yüzyıl Sefarad’ında1 ‘olağanüstü koşul’ şuydu: Dünyanın ‘parlayan yıldızı’ İspanya’da Yahudi aydınlar, Arap ve Yunan felsefe ve bilimleri ile tanışmışlar ve büyük hayranlık duymuşlardı.

O güne kadar aldıkları geleneksel öğrenimin, Aristo ve İbn Rüşt gibi büyük filozofların öğretileri yanında biraz sığ kaldığını görmüşler, sıkıntılı bir ikileme düşmüşlerdi:

  Ya akıllarının sesini dinleyip, geleneklerine ters düşmeyi, dinsel otoritelerce dışlanmayı göze alacaklardı ki, buna gönülleri razı olmuyordu…

  Ya da rasyonel düşünceye, bilim ve felsefeye kendilerini kapatacaklardı… Buna da akılları razı olmuyordu.

O zamanın hahamları aydınlara, aydınlar da hahamlara kuşkuyla bakıyor ve bu iki tarafı uzlaştırma işi, hem haham, hem filozof ve hem de bilim adamı (hekim) olan Maimonides’e düşüyordu.

Maimonides, 1190 yılında, bu ne yapacağını şaşırmış kararsız kitleye hitaben, adını ‘Kararsızların…’ ya da ‘Şaşkınların Kılavuzu’ olarak çevirebileceğimiz bir kitap yazdı.2

Yapmaya çalıştığı, felsefe ile ‘Musevilik’ arasında bir diyalog tesis etmekti. RAMBAM’a göre diyalog, iki tarafın da kârlı çıkacağı bir fikir alış-verişiydi… Eğer dile getirilen fikrin doğruluğu kanıtlanmışsa, kimden geldiğine bakılmasına gerek yoktu. İster ünlü bir din bilgini söylemiş olsun, ister sıradan biri, ister Yahudi olmayan biri… ‘Doğruluğun’ tek kıstası, aklın kabul edeceği bir biçimde kanıtlanmış olmasıydı.

Tarihe geçmiş ünlü bir hahamın görüşü, doğruluğu kanıtlanmış bir gerçekle çelişkiye düşüyorsa, ‘aklın yolu’ seçilmeliydi… Haham yanılmış olabilirdi…

Tora’ya gelince: Tora’nın yanlış bir şey söylemesi tasavvur edilemeyeceğine göre, kanıtlanmış bir gerçekle çelişkiye düştüğü durumlarda, bu gerçekle uyum sağlayacağı biçimde yeniden ‘yorumlanması’ gerekiyordu.

Maimonides’in bu yaklaşımı Yahudi düşüncesinde iki şeye yol açmış oluyordu:

1. Düşüncenin rasyonelleşmesine;

2. Yorumlama’ yoluyla inançla bilimi uzlaştırma geleneğinin başlamasına.

***

Sevgili dostlar,

RAMBAM’ın çağında geleneksel düşünceye meydan okuyan, Aristo düşüncesiydi. Spinoza zamanında ise Descartes.

Bizim çağımızda, bunların yerini Darwin’in Evrim Kuramı ile Kuantum Fiziği almış durumda. Maimonides’in 850, Spinoza’nın 350 yıl önce karşılaştığı sorunsalla bir kez daha yüzleşiyoruz: Kutsal yazıları mı kabul edeceğiz? Darwin’i mi?… Yaratılış anlatısını mı? Stephen Hawking’i mi?

  Maimonides’in çözümü, Tora’yı yeniden yorumlayıp bilimle uzlaşmasını sağlamak olurdu.

 Spinoza’ya göre ise, ‘gerçek’ din, ‘gerçek’ bilimle çelişki içinde olamazdı. Görünen çelişkiyi, akıl çözebilirdi.

Spinoza ile Maimonides, düşünen insanın önünde iki farklı model, iki alternatif ‘paradigma’ olarak duruyor:

  İstersek, Maimonides gibi, bilimsel gerçeği dinlerde arayabiliriz…

  Ya da Spinoza gibi, dinsel gerçeği bilimlerde arayabiliriz…

  İstersek, Maimonides gibi, din ve gelenekleri ön plana çıkararak yaşamaya karar verebilir…

  Ya da Spinoza gibi, akla ve laikliğe öncelik vermekte kararlı olabiliriz.

Bu iki yoldan birini -veya bir üçüncüsünü- seçmiş olmamız, diğer yolları seçenleri dışlamak için bir neden oluşturmamalı… Ve kararlılığımız, aklımızın sesini dinlememize engel olmamalı.

Çünkü güvenebileceğimiz kılavuz, kararlılığımız değil aklımızdır.

 

1 İberik Yarımadası (İspanya ve Portekiz)

2 Yahudi Arapçasında orijinal adı: Dalalat al-ha’irin; İbranice: More Nevukhim; İngilizce: Guide for the Perplexed.