20 Ocaktaki yemin töreni ardından ABD Başkanı Donald Trump göreve başladı. Yemin töreni sırasında çok konuşup, şikâyet eden; ancak hiçbir iş yapmayan siyasetçilerin devrinin kapandığını söylemişti. Nitekim Oval Ofise gelir gelmez, seçmeninin gönlünü kazanacak bir dizi genelgeye imza atarak, hızlı bir başlangıç yaptı. Kendi tabiriyle, aksiyon adamı olduğunu göstermiş oldu.
20 Ocaktaki yemin töreni ardından ABD Başkanı Donald Trump göreve başladı.
Yemin töreni sırasında çok konuşup, şikâyet eden; ancak hiçbir iş yapmayan siyasetçilerin devrinin kapandığını söylemişti. Nitekim Oval Ofise gelir gelmez, seçmeninin gönlünü kazanacak bir dizi genelgeye imza atarak, hızlı bir başlangıç yaptı. Kendi tabiriyle, aksiyon adamı olduğunu göstermiş oldu.
Trump, seçim kampanyasını Obama döneminin mirasını yıkmak üzerine kurmuştu.
Göreve başlamasıyla birlikte attığı ilk imzalar, bu sözünün ardında duracağına işaret ediyor. Trump ilk olarak, işe Obamacare sağlık sigortasından başladı. Sigorta kapsamında yükümlülüklerini yerine getirmeyen kurumlara cezai yaptırımı askıya alarak, bir nevi sistemi işlevsiz bırakan bir süreç başlatmış oldu. Ancak henüz Obamacare’in yerini alacak herhangi alternatif bir sigorta seçeneği oluşturulmadığından 20 milyon Amerikalı, sigorta primlerine ne olacağını, ilaçlarını alıp alamayacaklarını merak içinde bekliyor.
Trump’ın diğer bir icraatı, Ohio’da seçim kampanyası sırasında “ülkemize tecavüz etmek isteyen çıkar gruplarının başımıza açtığı bir felaket” olarak tanımladığı Pasifik Ötesi Ticaret Anlaşması’ndan (TPP) çekilmek üzere hazırlanan genelgeyi imzalamak oldu.
TPP, adından anlaşılacağı gibi, Asya Pasifik bölgesinde ekonomileri dünyanın yüzde 40’ına denk gelen toplam 12 ülkenin dâhil olduğu bir serbest ticaret anlaşmasıydı. Üstelik yalnızca gümrük vergilerinin kalkmasını değil, serbest interneti, yani malların serbest dolaşımı yanı sıra fikirlerin de serbest dolaşımını savunan bir anlaşmaydı.
Obama döneminde uzun süren müzakereler neticesinde imzalar atılmış ancak onaylanmak üzere Kongre’nin gündemine bir türlü gelememişti.
Bu anlaşmanın ortadan kalkmasıyla bölge ülkeleri bir anlamda Çin’in etki alanına terkedilmiş oldular. Tabi, bir hayli ilginç zamanlardan geçtiğimizi de kabul etmek gerek. Kuruluşundan bu yana serbest ticareti savunmuş olan ABD ekonomik milliyetçi bir söyleme sarılırken, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in geçtiğimiz hafta Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda ekonomik korumacılığı “insanın tehlikeden korunmak için kendisini karanlık bir odaya hapsederken, ışıksız ve havasız bırakmasına benzetmesi manidar. Ticaret savaşlarından kimsenin kazançlı çıkmayacağının altını çizen Jinping’in, mesajlarında adres belirtmese de ABD Başkanı Trump’a gönderme yaptığı aşikârdı.
Oysa Trump yönetimi, TPP ardından, Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) yeniden müzakere edilmesi üzere Kanada Başbakanı Trudeau ile temasa geçti bile.
Başkan Trump’ın ilk iş gününe biraz daha yakından bakarsak, kürtaja destek veren sivil toplum kuruluşlarına fonların kesilmesi ve ordu hariç tüm federal kurumlara işe alımların durdurulması yönünde imzalamış olduğu genelgelerle bir taraftan dindar, muhafazakârlar, diğer taraftan ekonomide “düşük vergi, düşük kamu harcamaları, daraltılmış hükümet” prensiplerinin savunan cumhuriyetçi seçmenlere göz kırptığını söyleyebiliriz.
Bizim gibi dünyanın geri kalan kısmı ise Trump’ın başa gelir gelmez attığı adımlardan siyasi öncelikleri ve hedeflerini tespit etmeye çalışıyor. Liderlerin Başkan Trump ile ilk temaslarında nabız yoklayacakları ziyaret programları da şekillenmekte.
Henüz net bir okuma yapmak için erken olsa da Trump başkanlığında ekonomik korumacılığın ağır bastığı, iç siyasi öncelikleri ön planda tutan, dış politikada gereksiz maceralardan kaçınan bir yönetim göreceğimizi söylemek mümkün. Öte yandan, her yeni yönetimin bir alışma süreci olması ve bu zaman zarfında deneme yanılma yoluyla birtakım yol kazaları yaşanması da mümkün. Özellikle fevri tabiatıyla tanınan Trump’ın, sosyal medyayı büyük bir iştahla kullanması diplomatik krizlere gebe.
Trump dönemi ABD dış politikasında nasıl bir yön tayin edileceği biraz da, şu sıralar Senato’da onay süreçleri devam eden bakanların kabine içinde nasıl bir denge mekanizması oluşturacaklarına bağlı olarak netleşecek.
Yazının hazırlandığı vakit henüz sadece İç Güvenlik Bakanı John Kelly ve Savunma Bakanı James Mattis’in pozisyonları onaylanmıştı. Mattis’in yanı sıra adaylıkları onaylandığı takdirde dış politikaya yön vermesi beklenen, Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn ve Dışişleri Bakanı Rex Tillerson belli başlı dış politika meselelerinde (Rusya, Çin, NATO... vs) Başkan Trump’dan farklı yaklaşımlar savunuyorlar.
Bu, yönetim içinde denge mekanizmalarının devreye girebileceği yönünde olumlu bir işaret sayılabilir.
Hatta bu hafta gündemi sarsan ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınma planının Trump’ın İsrail Başbakanı ile telefon görüşmesinde duyuracağı dair açıklanacağına dair spekülasyon ardından, hükümet sözcüsünün henüz bu yönde bir adım atılmadığını söylemesi bu denge mekanizmasının işlemiş olabileceğini gösteriyor.
Bakalım Başkan Trump sözlerinin arkasında durabilecek mi? En önemlisi birbiriyle çelişen vaatlerinin hangilerinin peşinden gidecek? Tüm bunları yaparken eleştiriye zerre kadar tahammülü olmayan yeni başkan, özgürlükler ülkesi olarak bildiğimiz Amerika’ya yalanın kibarcası sayabileceğimiz ‘alternatif gerçek’lerini dayatırken, basınla güç mücadelesine girişmiş durumda.
Pek çok açıdan önümüzdeki 4 yıllık süreç ABD kurumlarının gücünü test etmiş olacak.