Sanırım on yaşlarında olmalıydım. Mahalledeki çocuklarla oynuyorduk. Ne olduğunu anlayamadan, içlerinden birinin yumruğuyla kendimi yerde bulmuştum. Onunla ne o anda ne de daha öncesinde bir tartışmamız, kavgamız da olmamıştı. Bu yüzden yediğim yumruğun acısından çok, bana yapılan bu haksız saldırıdan canım yanmıştı. Uzun bir süre de, bu olayın etkisinden kurtulamadığımı anımsıyorum.
O günden bu yana değil kavga, sözlü tartışmalardan olsun kaçınıyorum. Sonuç ne olursa olsun huzursuz olacağımı bildiğimden, bu tür olumsuz koşullardan uzak kalmam, benim için daha sağlıklı oluyor. Eşimin bile kimi zaman bu tür davranışlar karşısındaki suskunluğuma içerlediğini görüyorum. Haklı olduğum, doğru bildiğim konularda olsun neden bir savaşım vermediğime kızıyor. Bazen anlatmaya çalışıyorum. Bilgi, birikim ve erdemleriyle eşit demeyeyim, ama hiç değilse yakın düzeyde olmadığım kişilerle gireceğim tartışmalarda, her zaman yitiren tarafın ben olacağımdan eminim. Bir doğruyu, ne denli kaynaklarla açıklamaya çalışsam da, inancı bilgiden ağır basan insanları ikna etmek, deveye hendek atlatmaktan güçtür. Kişi kendine, nasılsa edinmiş olduğu bir bilgiye araştırmadan, sorgulamadan kesin inanıyorsa, onunla tartışmaya girmek, sonucu alınamayacak boşuna bir çabadır.
Ünlü Amerikalı yazar, hatip ve kişisel gelişim uzmanı Dale Carnegie, bir tartışmayı kazanmanın tek yolunun ona hiç girişmemek olduğunu söyler.
İmam-ı Gazali de, hiçbir kimseyle, hiçbir konuda tartışmamamız gerektiğini, yoksa bundan büyük zarar göreceğimizi belirtir. Öyle ki bunu, kıskançlık, ikiyüzlülük, böbürlenme, düşmanlık, kin, bencillik gibi olumsuz yaklaşımların kaynağı olarak gösterir.
Benzer bir konu da zaman zaman arkadaşlarla birlikteyken gündeme gelir, konuşuruz: Haklı olmak mı, mutlu olmak mı?
Benim seçimim çoğunlukla mutluluktan yana olmuştur. Özellikle insan ilişkileri içinde… Haklılığımı kanıtlamak uğruna bir başkasını sözlerimle kırmak, gücendirmek istemem doğrusu. Hele yumruk yumruğa gelmek, hiçbir şekilde aklımın ucundan bile geçmez. İster bedensel, isterse düşünsel alanda karşımdaki insandan güçlü olayım, gireceğim bir tartışmadan sonuçta mutsuz olarak ayrılacaksam, haklılığın önemini ayrıca tartışmak gerekir.
Bir Zen üstadı sokakta öğrencisiyle birlikte yürürken, adamın biri koşarak gelmiş ve ona sert bir şekilde vurmuş. Üstat daha ne olduğunu anlamadan yere düşmüş. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkmış ve geriye bile dönüp bakmadan yürüyüşünü sürdürmüş.
Öğrencisi büyük bir şaşkınlıkla, “Bu adam da kim oluyor? Yaptığı bu hareket de nedir? Bunlardan herhangi biri gelip sizi öldürebilir. Siz adamın kim olduğunu, bunu neden yaptığını merak edip arkanıza dönüp bakmadınız bile…” demiş.
Üstat da, “Bu onun sorunu, benim değil!” demiş.
Kavgadan her zaman kaçındığımı söylüyorum, ama öyküdeki bu Zen üstadı kadar tümüyle tepkisiz ve meraktan uzak kalabilir miyim, bilmiyorum. Belki bu öğretinin aydınlanması içinde, kişinin göstereceği davranışlar farklı bir anlam kazanıyor.
Kendi payıma bu üstat gibi olamasak da, karşılaşabileceğimiz kimi olası gerginlikler ve olumsuz davranışlar için, “Bu onun sorunu, benim değil!” diyerek kendimizi daha huzurlu görebiliriz diye düşünüyorum.