Trump, başkanlık koltuğuna oturur oturmaz aldığı kararlarla tepkileri üstüne çekerken, henüz ikinci haftasında seçim vaatlerini hayata geçiremeyeceğini gösterdi. Trump’ın vaatlerini yerine getirememesinin en önemli sebebi ise alışılagelmiş diplomatik metotlar yerine işleri kendi tarzıyla halletmeye çalışması ve buna verilen tepki.
Trump’ın hayata geçirmeye çalıştığı ve yedi ülke vatandaşına getirilen vize yasağı, Amerikan hukuk sistemine takıldı. Trump’ın kararı temyiz etme çabası ise sonuçsuz kaldı. Oysa Trump, daha diplomatik yollar izleyerek söz konusu vize yasağını gündeme getirme yolunu seçseydi, kabul bile ettirebilirdi. Kaldı ki Trump’ın vize yasağı getirmek için geçer gerekçeleri daha önce eski Başkan Obama tarafından kullanılmış ve pek de fazla bir gürültü koparmamıştı.
Başkan Trump, aldığı kararlar ve imzaladığı kararnamelerde işin hukuksal ayağını ihmal ederek hareket etmeye devam ederse, yapmak istediklerinin yarısını dahi yapamayabilir. Kaldı ki Trump karşıtlığı şu anda o kadar popüler ki, yükselmek isteyen, kendini ispat etmek isteyen avukatlar ve savcılar ordusu Trump’ın her kararını ince ince denetliyor olacak.
Trump’ı bekleyen en önemli sorun ise ekonomik alanda ortaya çıkıyor. Yeni iş sahaları açmak için kolları sıvayan Trump aslında ABD için pek de yeni olmayan, hatta külfet olan iş ve imalatları ABD’ye geri çekmeye çalışıyor. Zaten yüzde 4,8 gibi son derece düşük olan işsizliği daha hangi noktaya indirebilir ki? İndirse bile, bu ücretlerin, dolayısıyla enflasyonun, en nihayetinde faizlerin artmasından başka ne işe yarar? Bir yandan yüksek faiz ve güçlü Amerikan dolarına karşı olduğunu söyleyeceksin, diğer yandan yeni işsizliği hiç olmadığı kadar düşük seviyelere getirerek enflasyonu körükleyeceksin. Bu işte bir yanlışlık var.
Hatırlamamız gereken bir diğer nokta, ABD’nin cari açığının sadece kağıt üzerinde olduğu gerçeği. ABD merkezli çok uluslu şirketler, dünya üzerinde ettikleri karları ABD’ye vergi kaygısıyla geri getirmezler. Bu durumda cari açık kaçınılmazdır. Oysa ABD’nin ülke dışında üretip sattığı mallar hesaba katılsa, ABD’nin herhangi bir cari açığı olmadığı gibi inanılmaz ölçüde cari fazlası verdiği ortaya çıkar.
Misal vermek gerekirse, ABD şirketlerinin bugünlerde iyice kapıştığı Çin Halk Cumhuriyetinde azımsanmayacak ölçüde imalatı vardır. Bu imalatın bir kısmı Çin’de tüketilse de genellikle dünyaya Çin üzerinden dağıtılır. Bu firmaların cari fazlası Çin’de görünse dahi, aslında parayı kazanan Amerikan şirketleri. Vergi istisnalarından en fazla yararlanmayı başaran da bu çok uluslu şirketler. Düşünün, imalat yaptıkları ülkeye pek fazla vergi vermedikleri gibi, esas merkezlerine de kârı aktarmayarak ABD’de de vergi ödememeyi başarırlar. Trump’ın esas başarısı -tabi elbette başarabilirse- optimum vergiyle ülke dışına park etmiş ABD parasını sistemin içine geri çekebilmek olacaktır.
Bir diğer başarısı ise bu yaratılan geliri çok daha eşit bir şekilde, halkın düşük gelirli kısmıyla paylaşmak olur. Oysa Trump’ın da, ABD kapitalizminin de, halkın gelir düzeyini arttırmak gibi bir tasası ve hedefi yok. Tezatsal bir şekilde Trump, Amerikan işçi sınıfından Çin işçi sınıfı kadar ucuz olmasını beklemekte.
Trump’ın başarı gösterebileceği tek yer belki de dış politikadır. Suriye ve Ortadoğu ile ilgili politikaları net olmamakla beraber, İran’la ilgili varılan uluslararası anlaşmaya uymaya da pek niyetli görünmemekte. Karşılıklı sarf edilen sözler ve İran’ın füze denemesi ise, iki ülke arasındaki gerginliği iyice arttırdı. İran’a tekrar petrol ambargosu uygulanması gündeme gelse dahi, netice bu karar petrol şirketleri ve petrol spekülatörlerinden başka hiç kimsenin işine yaramayacaktır. Her haftası ayrı bir macerayla biten Trump’ın ilk ay bilançosunda kendi kredisinden ne kadarını daha tükettiğini daha net görebileceğiz.