ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu politikası, üç sacayağı diyebileceğimiz, IŞİD ve benzeri cihatçı örgütlerle mücadele, İran’ın dengelenmesi ve İsrail-Filistin sorununa yaklaşım üzerinden şekillenmekte.
Bu politika, genel hatlarıyla ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını azaltırken, bölgeyi kendi çıkarlarına uygun şekilde kontrol edebileceği aktörlerle yapacağı işbirliği üzerinden yürüyecek.
Bu bağlamda Trump’ın Ortadoğu vizyonu Türkiye için hem yeni fırsatlar hem de beraberinde birtakım zorluklar getiriyor.
Başkan Trump, selefi Obama’ya kıyasla üslup ve yöntem bakımından daha sert bir dış politika izleyeceğinin işaretlerini daha ilk haftalardan verdi.
Yeni yönetiminin başlıca hedeflerinden biri radikal İslami terörle mücadele. İran da terörü destekleyen devletlerin başında sayıldığı için tıpkı oğul Bush döneminde olduğu gibi yeniden ‘şer ekseni’nde yerini aldı.
Beyaz Saray’ın İslami niteliğine vurgu yaptığı terörle mücadele radikal-ılımlı ayrımı gözetmeksizin, tüm Müslümanları potansiyel terörist olarak etiketlemekten çekinmeyecek denli İslamofobik bir duruş benimsediğini görüyoruz. Bunun en bariz örneği, geçtiğimiz hafta Trump’ın daha sonra ABD yargısı tarafından askıya alınan, yedi Müslüman ülkenin vatandaşlarına giriş yasağı getiren kararı.
Türkiye yıllardır İslamofobiye karşı mücadele vermekte. Geçtiğimiz hafta Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde İslamcı-İslami terör kavramları üzerinden yaşanan rahatsızlığı düşünürsek, Washington’ın Merkel kadar hassasiyet sergilemeyeceği aşikâr.
Hele bir de basına yansıyan iddialar doğru çıkar ve Trump yönetimi Müslüman Kardeşler hareketini terör örgütü ilan ederse, iki ülkenin yeterince yüklü olan sorun listesine bir yenisinin ekleneceği muhakkak.
Ancak konjonktürün dayattığı stratejik çıkarlar ağır bastığı takdirde, Türkiye Müslüman laik kimliğini ön plana çıkarmak, Müslüman Kardeşler hareketine daha mesafeli bir siyaset izlemek zorunda kalabilir.
ABD’nin Müslümanları hedef alan tartışmalı kararı ardından Türk yetkililerden herhangi sert bir çıkış gelmemiş olmasını bu bağlamda yorumlamak mümkün. Ankara, Başkan Trump ile yeni bir başlangıç yapmak ve özellikle Suriye-YPG-PKK kaynaklı sorunları kendi lehinde çözmek beklentisi içinde.
Ancak bu cephede işlerin istenildiği şekilde gittiğine dair bir işaret yok.
Suriye’ye baktığımızda gerek Trump’ın güvenli bölge oluşturulması yönündeki planları, gerekse sahada IŞİD’le mücadele eden Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) zırhlı araçların temini ve üçüncü aşamaya geçilen Rakka Operasyonunda koalisyon güçleri tarafından sağlanan hava desteğinin artırılması ABD’nin harekete geçtiğinin göstergesi sayılabilir.
Öte yandan, SDG’nin üçte ikisinin Suriyeli Kürtlerin silahlı gücü olan YPG birimlerinden oluştuğu düşünülürse Türkiye’nin ABD’yi Kürtlerle işbirliğinden vazgeçiremediği de ortaya çıkıyor.
Washington’ın bu yaklaşımının ardında Kürtlerin IŞİD’le mücadelede etkin bir saha gücü olmasının yanı sıra laik niteliğinin rol oynadığı gözden kaçmamalı. Bu bağlamda ABD için Kürt grupların elde etmiş olduğu alanların korunması bölgede hem mezhep çatışmasına hem de İran’ın etkinliğine karşı tampon vazifesi görmek açısından işlevsellik kazanıyor.
Gelelim İran’ın yeniden baş düşman ilan edilişine. İran’ın dengelenmesi meselesi yeni değil. 2003 Irak Savaşından bu yanan ABD’nin atmış olduğu yanlış adımların İran’ın güçlenişine hizmet ettiği herkesçe malum. Obama döneminde imzalanan nükleer anlaşma, İran’ın önlenemeyen yükselişini dizginlemek, nükleer silah üretmesine barışçıl yollardan engel olmak amacı taşıyordu. Bu plan uzun vadede İran’ın sisteme entegre edilerek ılımlılaşacağı beklentisi üzerine kuruluydu.
Ancak Trump daha başkan seçilmeden nükleer anlaşmaya karşı olduğunu söylüyordu. Şimdi bu anlaşmanın ortadan kalkıp kalkmayacağı tartışılıyor. Bu arada İran da yeni yönetimin sınırlarını deniyor. Balistik füze denemesi ardından ABD’den gelen yaptırım kararı ile gerilim tırmanmakta.
Trump yönetiminin İran’a karşı daha sert bir tavır alacağını açıkça ilan etmesi en çok Körfez ülkelerini ve tabi anlaşmanın tarihi bir hata olduğunu savunan İsrail’i memnun etmekte.
Türkiye’nin ise İran karşıtı cephe giderek belirginleşirken, komşusu ile ilişkilerinde yine hassas dengeler gözetmesi gerekecek. Her ne kadar Suudi Arabistan’ın liderliğinde Körfez ülkeleri ve İsrail ile aynı safta yer alsa da, Rusya ile Suriye üzerinden gelişen işbirliği Türkiye’nin İran ile dirsek teması sürdürmesini gerektiriyor.
Nitekim Rusya, ABD’nin İran’ı terörist devlet olarak ilan etmesine tepki gösterdi. Ve hatta terörle mücadelede eden bloğun bir parçası olmasını teklif etti.
Son olarak, İran karşıtlığı Arap ülkeleriyle İsrail’i yakınlaştırsa da, Trump yönetiminin İsrail-Filistin sorununa yaklaşımı yeni krizler doğurabilir.
ABD’nin Tel Aviv büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma konusu henüz rafa kalkmış değil. İsrail’in geçtiğimiz aralık ayındaki BM kararını yok sayan 5500 yeni yerleşim biriminin inşasını onaylayan kararına Washington’dan oldukça cılız bir tepki gelmiş olmasının, bölgede İsrail-Filistin sorunu üzerinden fay hatlarını tetikleme riski var.
Böyle bir durum yeni yeni toparlanmaya başlayan Türkiye-İsrail ilişkileri için de endişe verici sonuçlar doğurabilir.
Yazının yazıldığı sırada Turizm Bakanı Nabi Avcı İsrail’de Akdeniz Turizm Fuarı kapsamında iki ülkenin kültürel işbirliği ve turizm imkânlarının geliştirilmesi için temaslarda bulunacak. Avcı’nın ziyaretinin, tam da Knesset’te Filistin özel mülkleri üzerine inşa edilmiş Yahudi yerleşimlerini yasallaştıran karar ertesi, üstelik de Gazze’den gelen saldırılara karşılık verildiği kritik bir zamanda gerçekleşiyor olması Türkiye-İsrail ilişkilerinin Filistin sorunundan ne ölçüde bağımsız yürütülebileceğini görmek açısından önem taşıyor.