Ben de herkes gibi “evet” çıkacağını düşünüyorum dersem! Hayır diyeceklere en baştan psikolojik bir çalım atmış olacağım. Lakin ben de, makul çoğunluk gibi “hayır” çıkacağına inanıyorum diye ortaya çıksam, bu sefer de evetçilerin hışmına uğrayacağım. Çünkü malum bu aralar sadece “vatandaşa” görüş hakkı tanındığı belirtiliyor. O görüş hakkı da vatandaşın, kimlerle yan yana duracağı gibi kimliksel ve ilkesel duruş pozisyonlarını aktardıktan sonra… Yani evet diyenler kimlerle, hayır diyenler kimlerle el ele tutuşmuş olacak, açıklamalar vesilesiyle öğrenmiş bulunuyoruz. O yüzden evet ya da hayır demenin artık bir önemi var mı? Bundan da ben emin değilim.
Bildiğiniz gibi Anayasa’nın 18 maddesinin referandumla değişmesi için 16 Nisan’da halkın oyuna başvuruluyor. Fakat mesele artık evet ya da hayır demekten öteye geçerek, kendi içinde başka kapıları aralıyor. Ki bu kapılar, referandumdan her ne çıkarsa çıksın, Ak Parti’nin geleceğini farklı yönde şekillendireceğe benziyor. Yani etkisi ve yetkisi azalan milletvekillerinin yeni sistemde ve kendi içlerinde bölünmesi kaçınılmaz görünüyor. Bunu tahmin etmek için fütürist olmaya da gerek yok. Tarihi referanslar ve ülkesel reflekslere bakmanız yeterli. Hali hazırda bile seslerini basında değil ancak koridorlarda yükselten vekiller ikilem içerisinde kaldı. Fakat önce sistemin önerdiği zaman konusuna bakalım.
Öncelikle cumhurbaşkanlığı olarak anılan bu sistemin bir süresi var. İlk dönem beş, ikinci dönem beş yıllığına görev öneriyor. Ve Cumhurbaşkanlığı için sadece iki kez aday olabilir, deniliyor. Burada sorun yok fakat metnin başka bir yerinde bağlayıcı bir unsur olarak, asla ve kati suretle üçüncü kez aday olamaz diye vurgulanmıyor. Yani tek bir maddenin değiştirilme olasılığı her zaman cepte duruyor. Hukuktan biraz anlayan kim okusa zaten aynı izlenimi edinir. Yani şimdilik sadece iki dönem gelecek bir cumhurbaşkanına evet denecek ancak ikinci dönemde o cumhurbaşkanının 7. maddeyi tek işaretiyle değiştiremeyeceğine dair bir güvence metinde yok. Gelecekte yapılabilecek ufak bir değişiklikle isteyen istediği kadar kalır demek yanlış bir yorum olamaz. Çünkü bunu belirleyen de kendisi olacak. Görev süresi konusunda özellikle açılan bir madde yok. Bu konuda yetkinin sadece mecliste yahut halkta olacağına dair hiçbir insiyatif de belirtilmiş değil. Süre meselesi 7. Maddeye öylesine ilave edilmiş hatta iliştirilmiş gibi duruyor. Kesinlikle kararlı bir duruşun maddesi olarak göze çarpmıyor.
Diğer meseleyi müsaadenizle “Euthyphron İkilemi” üzerinden açıklamak istiyorum. Çünkü Ankara’da işin içinden nasıl çıkılacağına dair başka bir benzetme bulunamıyor.
Eski Yunan’da Sokrates, “ahlaki davranışlar Tanrı tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi Tanrı tarafından emredilmiştir” şeklinde bir soru yöneltir Euthyphron’a. O da ilkin soruyu anlamaz, Sokrates soruyu biraz daha açar. Euthyphron önce birinci seçeneği kabul eder, girdiği çıkmazları Sokrates’in soruları sayesinde fark edince, diğer seçeneği benimser, orada da çıkmazlara girip, Sokrates’in sıkıştırması üzerine acil işleri olduğunu söyleyip tartışmadan kaçar.
Ancak bu ikilem, sadece ikisinin arasında tartışma düzeyinde kalmadığı gibi tek tanrılı dinlere de etkisi azımsanamayacak kadar büyük olur.
Referandumla ne ilgisi olabilir? Ak Parti içindeki bazı yetkili isimlerin, bu aralar kendilerine başkanlık meselesinde, Erdoğan İkilemi sayılabilecek bir soru doğurduğu için benzetme önem arz ediyor.
Ankara koridorlarının da kendine sormaktan kaçamadığı büyük soru şu: Başkanlık, Erdoğan tarafından istendiği için mi gereklidir, yoksa gerekli olduğu için mi Erdoğan tarafından istenmiştir?
Meseleyi koridorlarda fısıldayan Ak Partililere göre, Erdoğan’ın isteği üzerine böyle bir yola girildi. Ancak Erdoğan’a göre ise böyle bir sisteme ihtiyaç vardı. Haliyle tüm ikilemler baktığınız yere göre değişiyor. Ancak bu ikilem, referandumdan evet mi yoksa hayır mı çıkacak tartışmasının çok ötesinde ilerliyor. Her ne çıkarsa çıksın, bir zaferin başka bir gücü kan kaybına uğratması önlenemiyor.