Sistem veya rejim tartışması, ne derseniz deyin, yeni bir magazin karakteri kattı hayatımıza. II. Abdülhamit’in bir dolu torunundan biri, kanal kanal geziyor, görmediği bilmediği dedesini anlatıyor; “Benden sonraki ikinci büyük zengindir Sultan Abdülhamit Han” dermiş Napoléon.
Sistem veya rejim tartışması, ne derseniz deyin, yeni bir magazin karakteri kattı hayatımıza. II. Abdülhamit’in bir dolu torunundan biri, kanal kanal geziyor, görmediği bilmediği dedesini anlatıyor; “Benden sonraki ikinci büyük zengindir Sultan Abdülhamit Han” dermiş Napoléon.
Gerçi II. Abdülhamit doğduğunda III. Napoléon bile daha otuzlarındadır amma torunundan iyi bilecek değiliz ya: Hepimiz Adem’le Havva’nın torunlarıysak, aramızdan birinin çıkıp “Adem Baba’mızın sevdikleri şunlardı” diye anlatmaya başlasa, ancak bu kadar olurdu.
Medya onu çok seviyor, çünkü üzerine konuşuluyor. Bir gün lafın arasında Galatasaray Adasını isteyiveriyor, devrisi gün Kıbrıs’taki (o Kıbrıs ki İngiltere’ye ‘kiralanarak’ elden çıkmıştır da gençlerimiz tekrar orada üniversite okuyabilmeyi Ecevit’e borçludur) üniversitesinin parasını çalışarak kendisinin ödediğini anlatıyor. Görüyor musunuz, 80 milyonun çektiği sıkıntıları çekmiş neo-sultan! II. Abdülhamit’in torunu olduğu için hocasının tarih dersinden bıraktığını iddia ediyor, öbürsü gün II. Abdülhamit’in sene-i devriyesinin olduğunu hatırlatarak bağlandığı canlı yayında, vefatın kaç yılı olduğunu bilemiyor. Tam olarak da bu sayede devletin olamasa bile ekranların sultanı olabiliyor.
Ekranların sultanı olunca da hakkında tonla yorum geliyor ki bu yorumlara birazcık baksanız, Osmanoğlu Ailesinin diğer üyelerinin şimdiye kadar neden basınla bu kadar haşır neşir olmadıklarını pekala tahmin edebilirsiniz. En çok mülklere yönelik talepleri tepki çekti. İstediği yerler için Müzekart tavsiye edip dalgasını geçen de oldu, Osmanlı’nın ilk yurtdışı borçlanmasını yaptığı tarihten, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin üstüne kalan bu borçları kapattığı tarihe kadar hesabını yapan da. Hâsılı kelam, toplum bu talepleri ciddiye almayacak kadar kapatmış durumda bu konuyu, haklı olarak. Peki, neden şimdi?
Altını dolduracak birikime sahip olmadan kamusal figür hale gelmenin, birkaç yüzyılda biriktirilen bir prestiji birkaç günde tüketmeye yetebildiği bu çağda ender rastlanır bir cesaretten bahsediyoruz. Bu cesaretin anının tesadüfî bir an olduğunu zannetmek güç. Zira referandum lafı ortaya çıkmışken, liberallerden edindiği kulak dolgunluğuyla “Cumhuriyet bir projeydi” diye kendini ortaya atmanın, “Parlamenter sistem canımıza yetti” diye çıkış yapmanın, yaptığında da medya tarafından görünür olabilmenin bir anlamı olsa gerek.
Zat-ı hayretleri, kendisine gösterilen tepkilerin gerekçesinin referandumda vereceği oyu açıklamış olduğunu anlatıyor. Onu savunmak için ortaya dökülen bir köşe yazarı, “ülkemizde bir kesimin Osmanoğlu ailesine nefreti bitmiyor” diye atılıveriyor. Haliyle ortada Osmanlı’yla alakalı bir tartışmadan çok, bir halkla ilişkiler çalışması var gibi gözüküyor. Kendisi referandum kampanyası için uygun bir figür, bu kampanyada yer almak da kendisinin e-ticaret sitesinin tanıtımı için ücretsiz reklam: Projeyse budur işte proje. Bir ‘projeyse’ eğer Cumhuriyet, padişah torununa hanedan kokusu sattıracak kadar başarılı bir projedir!
Bütün bu kopan gürültü, bu ‘hanedan’ meselesinin, artık ısıtılsa da yenmeyecek bir yemek olduğunu göstermesi açısından olumlu. Hiçbir ailenin hiçbir üyesinin kana bağlı üstünlüğü, kutsallığı yoktur. Sizinki bizimki gibi bir ailedir Osmanoğlu Ailesi de. Tam olarak da bu yüzden ne meşhur köşe yazarının dediği gibi bir nefret söz konusu olur, ne de aksine başlara taç etme. Bunun için tarihçi olmaya gerek yok, ailenin aklıselim mensuplarından Neslişah Osmanoğlu dahi “Artık bir hanedan değil, aileyiz” demişti.
Bugün o ailenin üyelerinden biri, Cem Sultan’ın Hristiyan torunlarından Giuseppe Said-Vassalo Malta’da yaşıyor. Hepimizin ailesinde vardır ya göçler. II. Abdülhamit’in geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden bir başka torunu Bülent Osman ise dünyaca ünlü bir lastik firmasının başkan yardımcılığına kadar yükselmiş; çalışınca oluyormuş, değil mi? Yine bir başka üyesi, V. Mehmed Reşad’ın torunlarından Naz Osmanoğlu, İngiltere’de komedyenlik yapıyor. Hayatını kazanmak için komedyenlik yapmak da, internetten koku satmak da yapılan her namuslu iş gibi muteberdir. Haliyle kimsenin kimseye koku satıyor diye kızmaya hakkı yok, zaten kızdığı da yok; ancak hanedan hikâyeleri anlatıp Cumhuriyet’i eleştirince, bir de üstüne memleketin yarısının tapusunu isteyince işin rengi değişiyor. Düne dair ne varsa acısıyla tatlısıyla dünde kalmışken, kapanan eski dosyaların tozunu almaya kalkmak hepimize zarar. En çok da tarihi karakterleri günün politikasına malzeme ederek asırlık saygınlığa halel getirenlere.
Çünkü siyasi, ticari vb. gerekçelerle, kendi tercihiyle kamusal figür olmak demek, konuşulmayı seçmek demek ve bu zamanlarda, herkes kendi medyasını yönetirken sosyal mecralarda, tonlarca eleştiri duymaya hazır olmak, eleştiri geldiğinde de ağlamamak gerek. Kimse eleştiriden azade değil, kimseyi eleştirmek nefret veya çekememezlik alameti değil. Zaten mesele saygı meselesi de değil; öyle olsa idi, tam da bu konular gündem olmuşken vefat eden Osman Bayezid Osmanoğlu’nun neden İstanbul’da değil de birkaç kişinin katıldığı bir törenle ABD’de defnedildiğini tartışmak gerekebilirdi. Ama heyhat, dedelerin cenazesindense mirasına sahip çıkmak, bu zamanın ruhu.