Popülizm Amerika’dan Filipinler’e kadar geniş bir alanda yükselen siyasetçileri açıklamak için son derece faydalı bir kavram. Bu bir süredir dünyayı etkisine alan oldukça yeni diyebileceğimiz bir yönelim.
İngiliz The Economist dergisinin ‘Yeni Milliyetçilik’ başlığını attığı 19 Kasım 2016 haftası basılan sayısının kapağında, Donald Trump, Vladimir Putin, İngiltere Bağımsızlık Partisinin (UKIP) eski lideri Nigel Farage ve Fransa’daki Milli Cephe (Front National) partisinin başkanı Marine Le Pen’in karikatürleri vardı. Bence bu ekibin içinde İngilte’den Boris Johnson, Almanya’dan Frauke Petry ve Hollanda’dan Geert Wilders da olmalıydı. Popülizm ile ortaya çıkan milliyetçiliğin yabancı düşmanı, etnik bir tür milliyetçilik olduğunu vurgulayan dergi, dünyada fiili olarak Milliyetçiler Birliğinin (League of Nationalists) kurulduğundan bahsediyordu. Hollanda’da Geert Wilders, Hindistan’da Hindu milliyetçisi Narendra Modi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fattah el-Sisi de popülist liderler olarak zikrediliyordu.
Tüm dünyadaki siyaset bilimcilerin ilgiyle ve kaygıyla izledikleri bu durum gerçekten de popülizmin önlenemez bir biçimde yükseldiği bir dönem olarak karşımızda durmakta. Geniş halk kitleleri yerleşik düzene karşı bir söylem kullanarak, gerçekte halkın öz düşüncelerinin sözcüsü olduğunu iddia siyasetçileri destekleyerek iktidara taşıyorlar. Öbür taraftan, ilginç bir şekilde bu liderler birbirlerinden övgüyle bahsediyorlar. Mesela yukarıda zikredilen Farage, başkan seçilmesinden sonra Amerika’ya gidip Trump’ı ziyaret etti. Trump ise İngiltere’nin AB’den çıkma kararının son derece yerinde olduğunu vurguladı. Le Pen, hem Brexit kararının çok doğru olduğunu söylüyor hem Trump’a övgüler yağdırıyor. Geert Wilders’ın da tuhaf saç modelleri dışında Trump’la cok sayıda ortak yanının olduğunu, iki siyasetçinin birbirlerini desteklediklerini, 15 Mart 2017’de yapılacak Hollanda parlamento seçimlerinin Trump’ın ekibince yakından izlendiğini ve desteklendiğini sanırım bilmeyen kalmadı. Oxford Üniversitesinden Timothy Garton Ash, Economist dergisindekine benzer fikirlerini paylaşıp popülistlerin demokrasiye tehdit oluşturduklarını ve bir Milliyetçiler Enternasyonalinden bahsedebileceğimizi söylüyor.1
Peki, popülizm nedir? Nasıl kavramsallaştırabiliriz? Milliyetçilikle ne kadar ilgilidir? Gerçekten de yükselmekte olan bir tür milliyetçilik mi?
Popülizmde öncelikle dikkat çeken nokta, halka dayandığını iddia eden liderler, elitlere karşı olduklarını ve sıradan insanların sesi olduklarını iddia ederler. Ekonomik sorunlar önemli olmakla beraber, özellikle Amerika örneğinde olduğu gibi, daha çok kimlik vurgusu yapan fakir beyaz halkın gündemi, özellikle silah edinme hakkı, din, kürtajın yasaklanması ve eşcinsel karşıtlığı üzerine kuruludur. Ayrıca yabancı malları kabul ederken yabancıların ülkelerine gelmesinden şikayetçi olan Amerikalı ve İngilizlerin bu kesimlerinin en büyük korkuları üzerine politika üreten liderler Trump’ın zaferi ve Brexit kararları konusunda seçmenlerini ikna etmeyi başarmışlardır. Hollandalı Wilders’in de sırrı budur. Hollanda’yı Müslümanlardan arındırmazsa yok olacaklarını iddia eden, başka bir deyişle Hollanda halkının korkularına oynayan Wilders seçimlerden en büyük parti olarak çıkacak görünmektedir.
Yukarıdaki kısa tasvirden sonra, milliyetçiliğin popülizm ile eşanlamlı kullanılmasının hatalı olduğu düşüncesindeyim. Herşeyden önce, milliyetçilik sert bir ideolojidir. Popülizm ise esnek, duyguların tahriki üzerinden yapılmaktadır. Diğer bir deyişle milliyetçilikte ideolojik bağlılıklar, sloganlar ve iddialar türdeş bir millet kavramı üzerine yapılırken popülizm daha çok bir seçim taktiği ve bir sonraki seçimi kazanmak için insanların en derin korkuları üzerinden bir halkla ilişkiler kampanyasının parçası gibi görünmektedir. Milliyetçilikte bir inanmışlık ve bağlılık varken popülizmde oportünizm gözlemlenir. Milliyetçilikte yabancılar genellikle düşman olarak sunulurken, millet bölünmez bir bütün olarak algılanır. Oysa popülizmin, toplumun bir kısmını öbür bölümüne karşı kışkırtıcı bir yönü vardır. Sonuç olarak milliyetçilik ile popülizmin kesiştiği noktalar olsa da, ayrı kavramlar olduğunu kabul etmeliyiz.
Dolayısıyla kavramları kullanırken çok dikkatli olmamız gerektiğini ve her sevmediğimiz olguyu milliyetçilik olarak yaftalamamamız gerektiği düşüncesindeyim. Bu eğilim maalesef aydınlarda da mevcut. Milliyetçiliğin farklı türleri olduğuna şüphe yok. Bu aşamada Marine Le Pen’e aşırı milliyetçi diyebilecekken, Trump’ı henüz milliyetçi olarak görmenin mümkün olmadığı iddiasındayım.
Bu gidişatta en dikkatle takip edilmesi gereken, popülizmin hem Amerika’da hem dünyada milliyetçilikten çok ırkçılığa evrilebileceği tehlikesi. Bunun ayak seslerini maalesef Hollanda’da, Fransa’da, Almanya’da duyuyoruz.
Diğer taraftan, bu karamsar gidişat kapkaranlık da değil. Tüm dünyada eğitimli gençler daha açık bir dünya talep ediyor. Bu durumu hem Amerika’da seçimler sırasında ve sonrasında, hem de İngiltere’de Brexit referandumunda açıkça gördük. Bu bağlamda geleceğe yönelik umutlu olabileceğimizi söyleyebiliriz, fakat bunun zaman alacağı da akıldan çıkarılmamalıdır.
1 Timothy Garton Ash,
“Populists are out to divide us.
They must be stopped”. Guardian,
11 Kasım. 2016.