“Biz insan evladıyız ve insan evladı olarak kalacağız... Her şeye rağmen! Ve eğer yok olacaksak da, bu boşuna olmamalı. Bu yok oluşa bir anlam vermek istiyoruz.”
Norbert Fryd, / Cehennemin Önodasında Kültür
“Ezilenlerin geleneği bize gösteriyor ki içinde yaşadığımız olağanüstü koşullar istisna değildir. Bizzat tarihin kuralıdır. Uygarlığa ait olan tek bir olay yoktur ki aynı zamanda barbarlığa ait olmasın.”
Walter Benjamin
Terezin’deyiz. Önce mezarlığı görüyoruz. Bir tarafta dikenli telle sarılmış bir dev haç ve diğer tarafta bir dev Magen David (Davud’un yıldızı) altında düzenlice yerleştirilmiş mezar taşları ve üzerlerinde bırakılmış minik taşlar... Her bir mezar taşının bir numarası var... Bir de isim var... Bunlar hapishanede ölenlerin mezarları... Oysa birçokları hastalıktan ölmüş isimsiz, kimlikleri belirsiz, yakılmış -Terezin’de çoklukla ölüm sonrası yakılmış - önceleri ahşap kutularda sonraları kağıtlarda saklanmış külleri...
Ölümün sessizliğinde Terezin’in “Arbeit macht frei / Çalışmak özgürleştirir” yazılı kapısından giriyoruz... Üst üste, dip dibe yaşama bağlanmaya çalıştıkları bu odalarda kim bilir ne umutlar yeşerdi en zorlu günlerde... Üstelik özel bir kamptı Terezin. Diğerlerinden farklı idi... Ağırlıkla sanatçıları topladıkları bir kamp... Nazilerin Kızıl Haç’a “Aslında biz mahkûmlara kötü davranmıyoruz” diye göstermek istedikleri bir çeşit tiyatro, bir çeşit ‘sahte’ kamptı... Bir kafe vardı mesela “yılda bir de olsa orada müzik çalmaya gidebiliyorlardı.” Bir çocuk operası yazılmıştı orada: Brundibar... Bunun filmi de çekilmiş ve propaganda aracı olarak kullanılmıştı. Ne çare ki o çocuklar kamplardan sağ çıkmadılar... Nazi subayları yaşadıkları binaların yanında bir yüzme havuzları olsun istemişlerdi. Orada mahkûmlara bir havuz kazdırıldı. Ne kürek ne başka bir alet; elleri ile kazdılar buz şubat ayında o havuzu... Ölümüne kazdılar... Her şeye rağmen yaratıcılıkları illa ki devam etti. İlla ki sürdürdüler resim yapmayı, müzik bestelemeyi... Yok oldular insanlığın en büyük vahşetinin yaşandığı bu topraklarda. Yine de yok olmadı isimleri. Bugün Terezin’de gettoda eserleri; resimler, şiirler ve müzik sergilenmekte... Ölüme eserleri ile direndiler... Maviler, yeşiller, sarılar, kırmızılar... Korkularını gizlediler o eserlere, umutlarını sakladılar...
Önümüzde, ufak çocuklar giriyorlar Terezin Gettosuna... Eski bir okul binası bulunduğumuz bina. Oğlan çocukların kaldığı... “Komünizm zamanında polis müzesi idi burası” diye anlatıyor Terezin’de görev yapan yerel rehberimiz, “Ben bu çocukların yaşındayken, Holokost eğitimi görmüyorduk. Tarih ve yaşananlar bize hiç öğretilmedi. Sonra, çok sonra buralarda neler yaşandığını öğrendik. Ve işte şimdi burada, tarihi, acı gerçekleri anlatmak için görev yapıyorum.”
Uzun ağaçlıklı bir yolda yürüyoruz... Sükûnet hâkim burada... Yüzbinlerce ölümün gerçekleştiği bir yer ölüm kokar sanırsınız... Oysa kuşlar cıvıldıyor soğuk kışın bu son günlerinde... Cıvıl cıvıl ötüyorlar... Göze görünmüyorlar ama şarkıları ile umut yayıyorlar ziyaretçinin yüreğine... Baharı müjdeliyor tomurcuklar kırmızı yeşil dallarda... Sarılmak istiyorsunuz her bir ağaca. Sarıldıkça çok değil 70 yıl kadar önce burada yok olan bir kardeşinize sarılırmış gibi... Sevgiyle, şefkatle, ağacın bedeni üzerinden toprağa, topraktan da tüm insanlığa şifa akıtırcasına...
Belki de barış yapabildiğinde insanlık kendi kendisiyle, huzur hükmedecek bu topraklara... Unutmadan yiten onca canı, yok olan milyonlarca erkek ve kız çocuğunu ve annelerini ve babalarını ve evlatlarını; belki de geçmişi öğrenip sarmalayabildikçe sevgiyle, insanlık da barışabilecek geçmişiyle…
************************