Hayır diyorsan ilk ikisini de boş ver, direk topukla. Çünkü 16 Nisan referandumundan sonra kimi, nasıl bir yere konumlayacaklar henüz bilmiyoruz. Öte yandan Avrupa lehine açıklamalar yapıyorsan ve yurt dışında yaşayan ama vergisiyle aramızda olmayan vatandaşlarımızın oy kullanmasına da karşıysan parmak uçlarında sessizce dolaşmanda fayda var. Kafamız karışık bahtımız hafiften karanlık, özellikle bugünlerde…
Sırasıyla Almanya, Hollanda ve Danimarka olmak üzere “Buralara kadar yorulmayın” türevinden “nazik” yaklaşımlarının ardından tüm Avrupa’da tebessümle karşılanmak, hatta rutine binen ilişkilerimize hareket katma açısından yaşananlar pek bir anlamlı oldu. İlişki dediğin kavgası gürültüsü olur, havalandırırsın, dinlendirirsin gerekirse resti çekersin. Ayrıca önemli olan seçim ise geçimi kim ne yapsın?
Ama işte tam da bu geçim meselesi yüzünden dünyanın kaderi değişmeye başladı. 1990’lı yıllardan itibaren hayali kurulan global dünya meselesi koca bir hayal kırıklığına dönüşmek üzere… Gelirin dağılmasındaki sıkıntılar ve gerilimler sebebiyle, global dünya birbiriyle olan bağlarını yekten koparacak. Sadece Türkiye’yi kastetmiyorum. Amerika’nın seçimi ile gelen Donald Trump’ın Amerikalı’ya iş vurgusu, Avrupa’nın yeniden milliyetçi duyguları ön plana çıkarması, göç meselesine başlayan tepkiler, İngiltere’nin AB’den kopuş kararı gibi önemli maddeler var. Hepsi de entegrasyon kelimesine artık uzak bir köy olarak bakıyor. Herkes yerinde ve sınırlarında kendi gibi kalmak istiyor…
DURUYORUZ
Bir ülkenin iktidarını, o ülkede yaşayan insanların duruşu belirler. Bizim ülkedeki insanların duruşu ise durmak üzerine, öylece beklemek! Bakalım ne olacak? Duranların dünyasında koşullar değişmediği gibi yürüyenlerin dünyası ise kavgadan geçilmiyor. Özellikle bu aralar…
Türkiye’nin yaşadığı gerginlikler, bulunduğu eksenden yönünü nereye tayin edeceğine dair yeni soruları gündeme getiriyor! Batı algılamasından yaşadığımız kafa karışıklığına bir çare olacaksa aslında iyi niyetle yola çıkılmıştı ama galiba altımızdaki yol da kaydı. Nereye doğru gidiyoruz, bilmiyoruz.
Sevgili okuyucular, evet 19. yüzyılda başlayan batılılaşma Osmanlı’ya hiçbir zaman yeterli değildi. Osmanlı geri kalmışlığını üzerinden hiçbir zaman silkeleyemedi. Ama peki bizim 150 yıl öncemizde kimler vardı? Aslında çoğumuzun 2-3 kuşak öncesi köylüydü. Ben dahil! Sonra kendini katmadı demesinler! Haliyle bu durum bize zayıf tarihsellik getirmişti. Zayıf tarihsellik bize özgüydü ama geri kalmışlığı bir kompleks olarak değil, özgürlük olarak sunabilirdi. 2002’ler biraz da böyle bir hareketlenmeydi.
Bu arada zayıf tarihsellik geçmişle ilgili imajı düşük demek. Yani binlerce yıl öncesine aryalar besteleyen bir Avrupa var. Bir de sonradan göçmenlerin ayağa kaldırdığı dinamik bir Amerika düşünün. Bizde ise tarihsellik sürekli oturtulmaya çalışılıyor. Meselenin iyi niyetli yanı; “Ben özgürüm” demekti, bugüne kadar. Bunun farkına varabilmekti. Tabii Türkiye perspektifinde özgürlük tanımımız yasallıkla ilgili ve mevcut uygulamalara yönelik tartışmalarla kısıtlı kaldı. Hatta özgürlükler üzerine hak ve demokrasi mücadeleleri elbette bizim ülkemizde de yapılıyor. Ama özgürlük, kendi hareketini yaparken serbest olabilmek, demek aynı zamanda! Yani ne kadar çok bağım varsa, hareket edebilmem o kadar zorlanır. Aksine ne kadar bağsız ve çıplaksam o kadar yeni hareket yapabilirim. Ve yeni de benden çıkar, demekti. Geçmişin gölgelerinde yaşayanlar yeniyi çıkarma potansiyelinden muaf kalırdı. Yani uygarlığımızı yermeden gelişemezdik. Bu açıdan bir yerlere varmak üzereyken durağı kaçırıp varacağımız yeri çoktan geçtik. Burası gerçek. Normalde, eski-yeni diyalektiğinde elbette eskiden doğuyoruz ve eskinin geleneklerini taşıyoruz. Eskinin devamı ama yeniyiz!
Fakat bugün işler değişiyor. Artık herkesin söylediğinin dışında olan yeniyi doğuruyor. Tıpkı Newton mekaniğinin dışına çıkan Einstein gibi… Yeninin çıkması için her zaman bir uyumsuz gerekiyor ve uyumsuz girdiği her yere uyamadığından yeniyi getiriyor. Becerikliyse elbette!
Yüzde 50 almaya devam edenler bu açıdan hala bakir sayılır. Ya da öyleydi! Sıfırdan yapabileceklerine inandılar ve daha tarihsiz kalmanın avantajıyla dinamizmi ayakta tuttular. Ancak eski feslerin altına girmeye kalktıklarından itibaren öyle bir tarihsellikle bağ kuruldu ki, yeninin çıkamadığı bir döneme demir atılmak üzere…
Avrupa’nın kuvvetli tarihi sadece sanatında bile baş gösterirken, Türkiye’nin tarihsel önyargısızlığı anlayış olarak özellikle 2000’lerin başından itibaren çok önemliydi. Osmanlı ipine sarılana kadar! Tarihi bir fırsat kaçırdığımızı belirtmekte fayda var.
Yeni dünyada yeni de orjinallikten doğuyor.
Türkiye’nin yenisi kim ve nasıl olur? Sorusunun cevabı ise ne CHP, ne MHP, ne de artık AKP’dir.
Başta belirttiğim üzere Türk, öğün, çalış ama bir de bunu düşün!
**************