Kainat güzellik yarışmalarında Miss Universe adaylarının ‘Dünya barışı istiyorum’ klişe söylemini bilirsiniz. İroniktir ki, 1996’dan 2015’e kadar organizasyonun yüzde 50 sahibi, sonra üç gün için olsa da tek sahibi, olmuş Donald Trump bugün dünyadaki savaşların kaynağı olan enerji sorununa ve bunun bilimsel olarak kanıtlanmış çevresel etkisi olan küresel ısınmaya kendi ‘alternatif gerçekler’ penceresinden bakıyor. Trump, “Enerji için daha fazla fosil yakıtı yakalım, tek derdim halkımın cebinden daha az para çıksın, zaten küresel ısınmanın bilimsel bir dayanağı da yok” diyor.
Şimdi biraz evrenin temel fizik kanunlarından yola çıkarak Bayan Evren’in isteğinin gerçek olup olamayacağını irdeleyelim. Her tür ekonomik, sosyal, siyasal ve iklimsel sorununun temelindeki enerji sorununa derman bulunabilir mi?
Ucuz, çok ve havayı kirletmeyen enerji istiyoruz.
Üç enerji kaynağımız var. Birincisi, bugün dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 85’ini karşılayan fosil yakıtlar. Göreceli ucuz, şimdilik çok ama 100 seneye kadar bitmesi öngörülüyor. Yavaş ölümden hoşlananlar için birebir. Daha hızlısını tecrübe etmek için Pekin’e taşınabilirsiniz. Kömür, petrol, doğalgaz hatta son zamanlarda popüler olmuş kaya gazı ki, karbondioksitten 30 kat daha zararlı olan metan yayıyor, fosil yakıtlara giriyor. 2050’ye kadar küremizin fosil yakıtlar yüzünden 2 derece daha ısınacağı önüne geçilemez bir gerçek. Isının buzları eriteceği, var olan sıvıyı genleştireceği ve bunun da deniz sularını 3 metreye kadar yükselteceği kesin. Sizi bilmem ama ben deniz seviyesinden 100 metre yukarda oturuyorum olmadı bize buyurun. 200 milyon iklim mültecisine de yer bulunur kolayca, bir-iki savaşın lafı olmaz.
Yıllar evvel ilk okuduğumda aklıma afiyetle yediğimiz Snickers, Mars hatta Red Bull’ların geldiğini itiraf etmem gereken yenilenebilir enerji (güneş, rüzgar, nehir, dalga, vs) ise en favori enerji kaynağımız. Bugün enerji ihtiyacımızın yüzde 10’unu karşılıyor; çok ve havayı kirletmiyor ama alt yapısı çok pahalı. Ayrıca, örneğin güneşsiz günler için depolama bataryalarımız gelişmiş değil. İşe geri dönüş verimliliği anlamında da kat etmemiz gereken bir yol var. Maliyetli güneş panellerine alternatif olarak, içindeki metalik tozlar sayesinde güneş ışığını elektriğe çeviren Grafen boya teknolojisinin verimliliğinin artması için çalışmalar yapılıyor. Geçen hafta 15 milyar dolara satılan Mobileye’den sonra, bir kibutzda dünyanın tüm binalarını, arabalarını ve yollarını grafen boyayla boyama misyonu ile kurulan Solarpaint şirketi İsrail’e bir gurur daha getirir mi göreceğiz.
Sonuncusu ise nükleer enerji. Adından da anlaşılacağı üzere atomun çekirdeğinde neler olup bitebileceği ile ilgili. Bugün nükleer santrallerde ürettiğimiz enerji uranyum, plütonyum gibi ağır olan atomların çekirdeğine bir nötron fırlatıp parçalayarak daha hafif atomlar elde ettiğimiz ve zincirleme devam eden fizyon adı verilen yöntemle elde ediliyor. Tehlikesini Çernobil ve Fukuşima’dan bildiğimiz ve evet II. Dünya Savaşını bitiren nükleer bombadan bildiğimiz. Aslında nükleer santrallerin çoğu 80’lerde inşa edildi ve kullanılan teknoloji oldukça eski moda. Atom parçalanırken yaydığı radyasyon içinde bulunduğu suyu inanılmaz derecede ısıtır, çıkan buhar türbinleri döndürür, türbinler ona bağlı tel bobinlerle çevrili dev mıknatısları çevirir ve alın size elektrik. Bacalardan çıkan ise sadece su buharı, içinde radyasyon kalıntısı olmadığına inanırsanız tabii. 200 ton uranyumdan, 3,5 milyon ton kömürden elde edilecek enerji elde edilebilir. Kesinlikle fosil yakıtlardan daha yeşil. Yine de üzgünüz bu santrallerin bodrum katında nükleer silah üretilip üretilmediğine dair bir garanti veremiyoruz. Çevreye etkisine gelince nükleer atık lafı bile kanımızı dondurmaya yeter, birkaç gramı bir insanı öldürmeye yeterken birkaç kilosu ile bomba yapılabilirken, dünyadaki 400 santralin yüzbinlerce ton nükleer atığından bahsediyoruz. Şaka değil, bu atıklarla ne yapacağımızı çözmüş değiliz.
Fakat durun atom çekirdeği ile işimiz bitmedi. Atomun yapısını hatırlarsak, çekirdekte proton ve nötron etrafında da elektronlar vardı. Yalnız bu atom öylesine boş bir yapı ki atom bir futbol stadyumu kadar olsaydı çekirdeği merkezinde bir bezelye tanesi olurdu. Atomun yüzde 99,9’u boş! Kütlesi merkezde çekirdeğinde toplanmış, gerisi ise elektronların oluşturduğu bir bulut. Bu durumda aslında hiçbir atom diğer bir atoma değemez çünkü elektronlar negatif yüklüdür ve birbirlerini iterler. O halde çekirdeğin etrafındaki boşluğun derimizi bükerek sinir hücremize baskı yaptığını bunun da beynimizce dokunma hissi olarak algılandığını söyleyebiliriz. El ele tutuştuğunuz sevgilinizle aslında el ele tutuşmuyorsunuz. Aşkın gücü elektromanyetik gücü yenemez. Ha aşkınız 15 milyon derece sıcaklığında diyorsanız o zaman lafım yok, yalnız dikkat nükleer füzyon başlatabilirsiniz.
Güneş'in muazzam çekim kuvvetinin etkisiyle sıkışan ve inanılmaz hızlı hareket eden atomlar müthiş bir enerji yaratır; bu enerjiye ısı diyoruz. Çok hızlı demek çok sıcak demek. Bu noktada artık itici güç yenik düşer ve atomların çekirdekleri artık diğer çekirdeklerle kaynaşabilir. Güneşte hidrojen atomları birleşerek helyumu oluşturur ve 150 milyon kilometre uzaklıktaki bizlere tükenmek bilmeyen bir enerji verir.
Dünyada Güneş yapabilir miyiz? Kocaman bir evet! Bilim insanları bunun için uğraşıyor. 75 milyon derecelere kadar çıkmayı başarabildik. Birleştirmemiz gereken hammaddelerin biri sudaki Hidrojen; bundan bol başka bir şey yok; diğeri ise Helyum3. Bu da Ay’da toprakta bolca bulunuyor. Nükleer füzyonun çevresel etkisi ise yok, bir bomba etkisi yok, radyoaktif değil.
İşte bu boş işlerden küremizin enerji sorununu -onu ısıtmadan- halledecek füzyon teknolojisine, oradan da hammaddemizi bulmaya Ay madenciliğine ve Dünya dışında kolonileşmeye geldik. Ve tekrar tekrar temel fen bilimleri ve STEM’in önemine…
Bıraksak mı bu boş işleri? Ama olmaz, Miss Universe’ün bir dileği var.