Buraya kendi hayatımdan kesitleri genellikle yazmam, ama bu kez yalnızca kişisel bir durumu değil, ülkenin belleğini oluşturan bir süvariyi satırlara taşımak istedim. 17 Mart, sıradan bir cuma günü olarak başlamıştı benim için. Günlük koşuşturmalarım, işlerim, verdiğim dersler derken akşam aldığımız bir haberle oldukça üzülmüştüm. Aile büyüğümüz, eşimin teyzesinin eşi ve onun çocukluğunu şekillendiren, ancak eşimin ona her zaman “dayı” dediği Ömer Gürcan artık aramızda yoktu. Ölüm böyle bir şeydi işte; bir anda gelen hiçlik ve boşluk... Eşimle haberi aldığımız an önce birbirimize baktık. Kahkahaları, hicivleri, zeka içeren esprileri, dünyaya aldırmayan koca yürekli adam artık aramızdan ayrılmıştı. Bundan bir sene kadar önce tanımıştım Ömer Dayı’yı. Ailede önemli bir ağırlığı bulunan bu insanı yakından tanıdıkça, hayatını dinledikçe, ülkenin daha ileri gitmesi için arkadaşlarıyla birlikte mücadelelerine kulak kabarttıkça onu çok daha öncesinden tanıyamadığım için yüreğimde daima var olan ayrı bir eksiklik, yokluğunun yanına eklemlendi. Ömer Dayı’yı tanımak için önce babası Fethi Gürcan’ı tanımak gerek, çünkü, onun yaşadıkları ve geçmişi yalnızca ailenin değil, kitlelerin de yaşamını şekillendirecekti.
“Şerefinden başka ailesine bırakacak hiçbir şeyi olmayan” Binbaşı Fethi Gürcan, Türk siyasi tarihinde Albay Talat Aydemir ile birlikte anılan, Milli Mücadele kahramanı, usta bir at binicisidir. Alaylı Yüzbaşı Mehmet Hamdi Bey ve Halime Hanım’ın dört çocuğundan biri olarak, 1922’de Konya’nın Ereğli ilçesinde doğmuştu. Buraya kadar her şey normal, ancak, Türk siyasi tarihine bakıldığında birçok acıyı toplumun hafızasında görmek mümkün… Dünyanın geneline yayılan ve daha özgür, daha adil, eşitlikçi ve savaş karşıtı bir yaşamın mimarlığını yapmak üzere sol ideolojiye sırtını yaslayan 68 Kuşağı’nın öncülerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın da hayatlarına son verildiği Ulucanlar Cezaevi, Fethi Gürcan’ın da idamına tanıklık etmiştir, çünkü Fethi Gürcan’ı önemli bir figür yapan, 20 Mayıs 1963 ayaklanması içerisinde yer alarak idam edilmesidir… “Ölümün karşısında ve Tanrı ile adaletin huzurunda bulunduğum şu anda, Atatürk’e övgüler yazmak için kaleme sarılan şair kadar vicdanım rahat. Uğruna can verecek adamlar bulunduğuna göre, davamızın daha güçlü olarak yaşayacağına inanıyorum.Ve diyorum ki Atatürk ölmüştür, ama var olmaya devam ediyor. Şimdi ben de öleceğim, ama Atatürk ilkeleri ölümümle çok daha yüce bir değer kazanacak” sözleri bu gözüpek, vatanı için ülkenin kurucusunun ilkelerinden taviz vermeyen ihtilalcinin ağzından tarihe kazınmıştır. İşte bizim Ömer Dayı da bu ihtilalcinin ikinci çocuğu olarak 49’un kışında Kağızman’da dünyaya gelir. Babası idam edilen küçük Mehmet Ömer Gürcan’ın da hayatı hep mücadele içinde geçmiştir. Raslantı mıdır bilinmez, ‘Babalar ve Oğullar’ın yazarı Turgenyev’in babası gibi Ömer Dayı’nın da babası bir Süvari’dir.
Ömer Gürcan’ın hayatı aslında 1950’lerde Türkiye’de yaşayan bütün bürokrat ailelerin hayatıyla oldukça benzerlik taşır. Kısıtlı maddi imkanlarla Ankara Atatürk Lisesini dereceyle bitirmiş olan genç süvari, daha sonra ODTÜ Elektrik Mühendisliği sınavına girerek mühendislik hayatına adım atar. İdealist bir mühendis olan Ömer Gürcan, prensiplerinden hiçbir zaman ödün vermeden yaşamış ve 68 Kuşağı’nda önemli roller üstlenmiştir. Sadece kendi dünya görüşüne sahip değil, farklı dünya görüşlerine sahip olan her bireyi içtenlikle dinleyip bugüne kadar savunduğu idealleri hiç kimseye zorla kabul ettirmeye çalışmamış biriydi. Bu yüzden zamanın sürekliliği, kimlik oluşumu ve ulusların tarihyazımı üzerine yaptığımız her konuşmamızda geçmişteki deneyimlerin, ideolojilerin, siyasi ve tarihi aktörlerin, olayların, durumların derinlemesine araştırılması gerektiğini, hatırlamanın bu temsil mekanizmalarıyla birlikte düşünülmesi gerektiğini ve bunun yeni kuşaklara objektif bir şekilde aktarılması gerektiğini belirtirdi.
Böyle bir tarih yazımı mümkün mü, bunun oluşabilmesi için gerekli şartlar sağlanır mı sorusunun cevabı bir çoğumuz için ‘büyük bir hayal’ olarak algılansa da gerçeği, hakikati, doğruyu, yanlışı mümkün mertebe en net biçimde ortaya koymak ve daha aydın bir gelecek inşa etmek için tarihimizi oluşturanların yaşamlarına göz atmakta fayda var.