‘Gizli Güzellik / Colateral Beauty’ filmini izlediniz mi? Küçük yaşta kızını kaybeden bir babanın yaşadıklarını anlatan bir film. Kızını kurtarma şansı kalmamış bir kadına -filmin sonlarına doğru o babaya anlatacağı üzere- başka bir hasta yakını şöyle diyor: “Yaşananların içindeki güzelliği gör.”
Evlat acısı, yaşanabilecek en büyük acı. Bunun içinde bile bir güzellik görülebileceğini düşünmemiştim hiç.
Modern toplumların öğretisinde yoktu çünkü bu tür bir güzellik arayışı. Doğum anından itibaren gelecek hakkında tek bildiğimiz şey bir gün öleceğimiz olmasına rağmen ölüm en acı gerçekti bizler için.
***
16 Nisan akşamı, referandum oylaması tamamlanmış, sonuç aşağı yukarı ortaya çıkmış. Arkadaşlarla buluşacağım yere giderken bindiğim taksinin sürücüsü ile sonuçları konuşuyoruz: “Ben evet verdim. Çok memnunum sonuçtan. Çok iyi olacak” diyor. “Avrupa, Amerika diz çökecek önümüzde.” Meselenin bir sistem meselesi olduğunu, sistemi de doğru kurgulamak gerektiğini, aksi takdirde yarın öbür gün, en korkunç kâbuslarında bile görmeyeceği şeylerin yaşanabileceğini anlatmaya çabalıyorum. “Ben milliyetçiyim. Herkes benim için birdir, hiç ayırım yapmam” diyor. “Şimdi şurada giderken birisinin bir Kürt, bir Yahudi, bir Ermeni çocuğa zarar verdiğini görsem, tutar engel olurum ona” diyor… Diyor da diyor. Tarihi soruyorum, Varlık Vergisini de bilmiyor, 6-7 Eylül olaylarını da. Çantamdan kartımı çıkarıp uzatıyorum kendisine “Hadi,” diyerek kesiyorum sözünü, “O zaman çalışmadığın bir gün 500. Yıl Türk Musevileri müzemize gel.” Cevabı net ve anında: “Alınma ama hayatta ayağımı basmam oraya.”
Birlik buraya kadar! Sadece sözde! Birbirimizi tanımaya, anlamaya en çok ihtiyacımız olan bu zamanda, özümüzde bundan ne çok uzak olduğumuz ay gibi ortada. Bu Kürt, bu Ermeni, bu Yahudi, bu Sünni, bu LGBT, bu şu, bu bu demeden... Çünkü bu isimler sadece birer etiket. Baksanız bunlar da kendi içlerinde defalarca bölünecekler. Ne kadar insan, en az o kadar farklı var oluş, o kadar farklı düşünce. Misal, ben: Türkiye’de doğdum, Türküm; Yahudi bir anne babaya doğdum, Yahudi’yim. Kadınım, anneyim, üniversiteliyim, iki yabancı dil bilenim, sanat merakım var, köşe yazarıyım ve daha bir sürü şey. Yerine göre an be an biri diğerlerinin önüne çıkıyor. Bazı durumda Türklüğüm ön planda, bazan kadınlığım, kimi zaman anneliğim, Yahudiliğim... Her biri ayrı ayrı kimliklerim. Bunların kombinasyonunda herkesten ayrışıyorum.
Oysa baksanız, kimliklerimiz ne olursa olsun aynı şeylere canımız yanıyor, aynı acılarda kıvranıyoruz, aynı şekilde gülüyoruz. Aynı şekilde ağlıyoruz, ağıtlar yakıyoruz.
Etiketler yaşamın özünde değiller, onlar yaşamdaki görevlerimizi gerçekleştirebilmek için bizlere sunulmuş birer araç. Bizlerse bu araçları amaç haline getirdik zaman içinde. Doğada göller, ovalar, dağlar var. İnsan istediği şekilde dolaşabilir doğada. Oysa bir hikâye yaratmış insan ve sınırlar koymuş birbirine... Sınırları korumak için ordular kurmuş, sistemler geliştirmiş. Bir oyun oynamaya kalkmış. Derken oyunun kölesi olmuş. Oyuncağın oyuncağı haline dönüşmüş, farkına bile varmamış.
Bu dönüşümde kendini de kaybetmiş. İnsana dokunmayı unutmuş. Birbirini tanımayı, anlamayı unutmuş. “Ben” demiş. Önce ve her şekilde “ben” olmalıyım. Oyunun kurallarını buna göre belirlemiş. Politika demiş. Politikanın kurbanı olmuş sonra.
Politikanın birleştirici olduğunu görmedim hiç bir zaman. Politika ayırıyor insanları. Birleştirmede para yok çünkü. Birleştirme yürek işi. Savaşlarsa hep yürütülen politikaların yarattığı sonuçlar olarak çıkıyor karşımıza.
Çözüm kimseyi küçümsemeden herkesi sevmekte. Birlik olmakta. El ele vermekte. El ele vermek çok önemli. Yanınızdakine dokunuyorsunuz çünkü el ele verince. Doğrudan yüreğinize bağlı olan sol eliniz yüreğe uzak kalan, sevgiden uzak kalan, karanlıkta kalan ele, sağ ele dokunuyor. Yüreğinizden sevgi akıyor eliniz üzerinden tuttuğunuz ele. El ele verdikçe sevgi çoğalıyor. İnsana dokunmak böyle bir şey. Sevgiyi çoğaltmak demek insana dokunmak. Yüreklere dokunmak demek.
Yarı yarıya bir durum görüntüsü var güzel ülkemde... Öfke almış yürümüş. Birlik yok. İnsanlar birbirlerini anlamıyorlar bile. Bir atar damar patlamış. Birçok STK giderek daha güçlenerek çabalıyor. Yetiyor mu? Hayır. Daha çok çalışmalıyız. Daha çok fırın ekmek yemeliyiz. Cumhuriyet çocukları olarak içine düştüğümüz rehavetten bu yaşananlarla uyanmaya başladık. Uyandırma borusu yıllardır çalıyordu ama bizim sağır kulaklarımız ancak duymaya başladı. Uyanıyoruz, kimimiz biraz daha erken uyandı, kimimiz henüz uyanamadı. Ama hepimiz uyanınca, sorunun çözümü olacağız.
Güneş mutlaka doğacak geceyi bitirdiğimizde. Daha doğrusu güneşi bizler doğuracağız uyanıp görevimizin başına geçtiğimizde. Görevimiz mi? Kendimize sahip çıkmak. Birbirimize sahip çıkmak. Ülkemize sahip çıkmak. Giderek daha çoğumuzun uyandığını gördüğümüze göre, bugünün içindeki güzellik de her kesimi kapsayacak bir birliğin artık oluşmaya başlamış olmasıdır belki de.