“Leman, Despina, Elsa…
Ziya Bey, Subay Manfred, İshak…
Eczacı Yorgi Bey, Yamalaki Fırını…
Erkekler cephede…
Doğacak bebeğin dini ne olacaktı?
Büyükada, Ağustos 1965…
Ölüm, yaşama yenik düştü.
Sadece Elsa ile Ziya Bey kaldı geriye.
Ziya Bey: ‘Bir gece Milto’ya gidelim’.
Gidelim…”
Bu satırlar, Liz Behmoaras’ın yeni çıkan kitabı ‘Alman Subayın Evi’nden alıntılandı. Son derece sürükleyici olan yapıtı iki kez okudum. Oysa bir kerede rahatlıkla anlaşılan bir roman. Merak bazen iyi bazen kötü bir olgudur. Liz, söz konusu kitabı anneannesine ithaf etmiş. Ne büyük mutluluk. Anneanne bu kurgunun neresinde bilemem. Fakat o dönemin kadınlarının bütün yasaklara rağmen şimdikilere göre çok daha cesur oldukları kesin. Tarihi gerçeklerin de vurgulandığı, ‘Alman Subayın Evi’ni tanıtım amaçlı yazmadım. Kitap kendini yeterince anlatıyor. Ola ki, duymayanlarınız veya raflarda görüp de ‘Sonra alırım’ diyenleriniz olmuştur. Kitap Gözlem dâhil olmak üzere her yerden edinilebilir. Kalemine sağlık Liz.
***
Arka sokağımızda yıllarca alışveriş yaptığımız bir bakkal dükkânı vardı. Zaman içinde devretti. Yeni sahibi gençten bir delikanlı… Gerçi kırlaşmış sakal aldatıcı olabiliyor. Delikanlı önceleri eski müşterileri kaçırmamak için hayli sevimli davrandı. Ancak dükkândaki çeşitler giderek azalmaya başladı. ‘Un var mı?’ ‘Yok.’ ‘Limon var mı?’ ‘Yok.’ ‘Buğday ekmeği?’ ‘Yok’…
Sonradan bakkal dükkânını ‘büfe’ye çevirmek istediğini anladık. Onu da nasıl yürütecek göreceğiz… Günün belli saatlerinde kepenkleri kapattığı için, öğle paydosunda tostunu almayı bekleyenler yavaş yavaş başka yerlere gidecekler.
Geçen gün dükkâna girdim. İçerisi de tenha. ‘Abla’ dedi, ‘Green card için başvuracak mısın?’ ‘O ne’ dedim (…) ‘Haftaya kuraya yazılacağım. İnşallah çıkar. Bari, çocuklar kurtulsun’. Anlayamadım gitti.
Önceleri hayaller Avrupa kıtasına yönelikti. Şimdilerde daha uzağa gitmeye başladılar.
Günümüzde kimin ne yaptığı belli değil. Ama ne olursa olsun, herkes çocuğuna güvenli bir gelecek istiyor.