Bundan tam bir hafta önce Türkiye'nin son yıllardaki en iddiasız derbisi gerçekleşti. Arena'da Fenerbahçe Galatasaray'ı adeta hiçbir şey oynamadan iki şutta bulduğu bir golle mağlup etti. Galatasaray'ı yenmek her Fenerbahçe taraftarına çok büyük bir keyif verse de, son yıllarda oynanan en kötü futbolu bu maçta izledik. Esasında Fenerbahçe'nin bu seneki futbolu birkaç maç hariç dört dakika izlemeye bile değmez.
Bu derbiden sadece iki gün sonra Fenerbahçeliler bu sefer basket için ekrana kilitlendik; Panathinaokos'u devirdiğimiz zaman Final Four’daydık. Ve neredeyse basket tarihimizin en rahat maçlarından birini çıkarıp, Final Four bileti kaptık.
Derbide izlediğimiz futbol takımı ile salı günü izlediğimiz basket takımının aynı spor kulübünün iki farklı branşı olduğuna inanmak çok zor. Öyle ki, futbolda orta sahada Topal ve Josef'in yan pasını izlerken, baskette Obra'nın zekâsını, Bogdanovic'in üçlüklerini, Udoh'un pota altı oyununu ve gerçekten kenetlenmiş bir takım izledik. Futbola en çok soğuduğumuz bu sezonda, baskete en çok kenetlendiğimiz zamanlar oldu geçen seneyle birlikte.
Demem o ki, ne Fenerbahçe bizi bıraktı, ne de biz Fenerbahçe'yi. Kaderin cilvesine bakın ki, bir yerden kıssa da, bir yerden verdi bize. Fenerbahçe basketbolu, Türkiye'ye harika bir hediye oldu Fenerbahçe'den.
Fakat 1907'den beri hep en iddialı olduğu branş olan futbolun kötülüğü, basketbolun arkasına sığınarak örtülemez. Ben, Galatasaray'a karşı 90 dakika hiçbir şey oynamamış ve 90+1'de bireysel başarılı bir kafa vuruşuyla maçı kazanan takımımı -çok sevinsem bile- affedemiyorum. “Beraberliğe de mutlu olurdum” diyen bir teknik direktörü kabul edemiyorum. Ben Fenerbahçe futbolunun orta sahada sıkışıp, stoperlerin şişirmesinden ibaret olmasını istemiyorum. Hele ki, basketbolla gurur duysam da, basketbolla futbolu örtmeyi kabul etmiyorum.
Şu an birçoğumuz Obradovic'e güvendiğimiz kadar kimseye güvenmiyoruz ülkede belki de. Biz futbola Obra istemiyoruz, sadece belki de, gol atan bir Alex'in gol sevincinde bütün sahayı koşacak hırsta oyuncu istiyoruz. Kaderin cilvesini değil, kaderi yazmak istiyoruz.
Yani, eski Fenerbahçe'yi özlüyoruz.