Piyanist Macron AB’yi kurtardı

Fransa’nın başına felsefe eğitimi almış bir piyanist siyasetçi geldi. Son yılların en umut dolu, en aydınlık haberi bu olsa gerek.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
10 Mayıs 2017 Çarşamba

 

Fransa’nın başına felsefe eğitimi almış bir piyanist siyasetçi geldi. Son yılların en umut dolu, en aydınlık haberi bu olsa gerek.

Emmanuel Macron daha altı ay öncesine kadar, geçen sene kurduğu partisiz ‘en marche’ hareketi denilen partiler üstü bir sivil toplum örgütünün lideri olarak biliniyordu, sadece. Lakin, Fransız insanının önemli bir bölümü 39 yaşındaki bu mavi gözlü kuzeyli Fransız’ın, içten, filtresiz ve unutulmakta olan dürüst siyasi söylemiyle birlikteki ‘yürüyüşüne’ inandı ve diğer tüm standart siyasetçileri ve en önemlisi kültürel, ekonomik ve sosyal iklimden faydalanarak yükselen aşırı sağı geride bırakarak Fransa’ya, ama daha da önemlisi, sorgulanmakta olan Avrupa Birliği projesine yeni bir momentum kazandırmış oldu.

Fransız solcuların, ‘kapitalizmin Mozart’ı ismini taktıkları ve pek sevmedikleri, aşırı sağcıların da bankaların ve uluslararası sermayenin yeni parlatılmış ürünü olarak gördüğü Macron’u Fransa’nın yüzde 65’i bir umut olarak gördü onca partisizliğe, yalnızlığına ve özellikle rakibi Marine Le Pen’in yalanlarla ve çarpıtmalarla dolu retoriğine rağmen.

Macron aslında seçimi, Le Pen ile yaptığı 2,5 saatlik canlı televizyon tartışması sonrasında kazanmıştı büyük olasılıkla. Uzun yıllardan sonra gördüğüm siyasetçiler arasında belki de ilk kez adil, içten ve iyilikle yürümeye çalışacak bir siyasetçi görüntüsü çizecekti. Söylediği ne ayrıştırıcı, ne de düşmanlıktan beslenen bir bakış açısı içeriyordu. Tam tersine birleştirici ve kendisine oy vermeyeceklerini bilmesine rağmen, öncelikli olarak mağdur olan kitlelerin sorunlarına eğileceğini söyleyecek kadar, ötekileşmiş ve aşırı sağın eline düşmüş Fransızları düşünen bir duruş gösterecekti. En beğendiğim evrensel saptaması ise, izolasyonizmin, korumacılığın ve milliyetçiliğin bir toplumu felakete götüreceğiydi.

Karşısındaki Marine Le Pen ise agresif, kendi projelerine anlatacağına Macron’unkileri sürekli eleştiren, yeri geldiğinde çarpıtmalarda bulunan ve sahte gülme kareleriyle ortalama bir Fransız’ın hemen anlayabileceği gibi ‘makbul’ bir siyasetçi olamayacağı algısını yaratan bir siyasetçi görüntüsü verecekti.

Evet, Fransızların sonuçta yüzde 65’i, İngilizlerin hatasına düşmeyerek; gençlerin Avrupa Birliği sayesinde iş bulma hayallerine ve geleceklerine darbe vurmayacak, yalanlara ve çarpıtmalara karşın hem Fransa’nın hem de Avrupa Birliği’nin önünü açacaktı.

Tutkulu bir klasik müziği aşığı olarak, piyanosu ve aldığı felsefi eğitimi ile ayrıksı bir siyasetçi profili çizen Macron’un ülkeyi yönetiminde ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek. Lakin çok bildiğimiz gibi, paradigmayı yıkarak yeni nesil bir siyasetçi fotoğrafı gösteren Macron’a çelme takmak isteyen bir hayli fazla siyasetçi olacak. Zira Macron’un olası bir başarısı, statükocu veya yeni moda popülist politikacıların bolca arzı endam ettiği günümüz dünyasında yeni nesil bir siyasetçiyi seri üretime geçirebilecek.

Avrupa Birliği ile arası iyi olmayan Rusya’nın otoriter Başkanı Putin’in, seçimlerde AB’yi sorgulayan hatta Birlik’ten çıkmaktan söz eden Marine Le Pen’i açıkça desteklemesi, öte yandan kendisine Obama’nın tersine açık destek vermeyen popülist Trump’ın mesafeli duruşunun altındaki AB karşıtlığının Macron’un işini zora sokacağı kuşkusuz. Macron’un hem içerde hem dışarda bir hayli fazla ‘düşmanı’ ile mücadele etmek zorunda kalacağı, idealist fikirlerini hayata geçirme konusunda onu aşağıya çekmek isteyenlerin yaratacağı olumsuz iklimin ‘yürüyüş’ündeki en önemli engel olacağı şimdiden belli.

Fransız Yahudilerinin çatı kuruluşu CRIF ile başhahamları Haim Korsia’nın ikinci turda Macron’a verdiği açık destek, kimilerinin karşıt iddialarına karşın Yahudilerin aşırı sağcı, ayırımcı ve derin köklerinde antisemitizm zehrini taşıyan bir harekete oy vermeyi düşünmelerinin bir tür intihar olacağını da kanıtlamış olacaktı.

Türkiye’deki kimi sol liberal kesimlerin ise Le Pen ve hareketini mümkün olduğunca ‘beyazlatma’ gayretleri de gözlerden kaçmayacak, dogmaların insanları doğru’yu arama yolunda nasıl da kimilerini körleştirdiği bağlamında sosyoloji tezlerine kaynak oluşturacaktı.

Macron, Louvre Müzesinin ünlü devasa piramidinin önünde yaptığı ‘balkon’ konuşmasında, “Bizden aydınlanmanın değerlerini ve özgürlüğü korumamızı bekliyorlar. Sorumluluğumuz çok” diyecekti.

Evet, insanlığın evrildiği ‘aydınlanma’nın devam etmesinin ve özgürlüğün korunmasının başarılması hem popülist, otokratik ve faşist yönetimlere hezimet yaşatacak hem de dünyanın daha yaşanılır bir yer olmasına yardımcı olacak.

Umut yoksulun yegâne gıdası.