Phineas Gage’in ‘başına gelenlerden’ her birimizin çıkarabileceği dersler var:
- Zihnin nasıl işlediğini anlamaya çalışan bilim insanlarımızın;
- Öğrenmekten fazla, öğretmek peşinde olan asık suratlı ahlâkçılarımızın;
- Ve ‘iyi yaşamanın’ yolunu arayıp duran, içimizdeki gerçek filozofun.
1- Phineas Gage
Yıl 1848…
Phineas Gage, ABD’de tren yolu yapımında ekip şefi olarak çalışıyor. Henüz 25 yaşında, fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin doruğunda, zarif ve çalışkan bir insan…
Gage ve ekibinin çalıştığı zemin her zaman kolay değil… Bazen sert kayalar yolun ilerlemesine izin vermiyor. Mümkün olduğu kadar düz ve yatay bir rota elde edebilmek için, kayaları patlatmak gerekebiliyor. O zaman, çalışma tehlikeli bir hal alıyor.
İşin kazasız belasız tamamlanması hususunda, şirket ekip şefine güveniyor. Atletik yapısı, odaklanma yeteneği ve sorumluluk sahibi ahlaklı kişiliğiyle Gage, iş için ‘biçilmiş kaftan’.
Bu gün gene kaya patlatılacak… Bütün tedbirler alınmış… Anlık bir dikkat dağılmasının yol açtığı erken bir patlama, Gage’in elindeki demir çubuğun sol yanağından girip, kafatası -ve beynini- delerek 30 metre öteye düşmesine neden oluyor…
Patlamanın şiddetiyle sırt üstü zemine düşen Gage, birkaç çırpınma ve kasılma geçirdikten sonra, iş arkadaşlarının hayret dolu bakışları arasında doğruluyor… Kafatası delik, ama kendi ayakları üzerinde, şirket doktoruna gidiyor… Ve büyük bir soğukkanlılıkla, olayın nasıl geliştiğini anlatıyor.
Sosyal ve mesleki sorumluluk duygusu Gage’inkinden aşağı kalmayan Dr. Harlow’un titiz bakımı sayesinde de, iki aydan kısa bir zaman içinde,
Gage fiziksel sağlığına tekrar kavuşuyor.
Dr. Harlow’un -ve o günkü tıp biliminin- bu olağanüstü başarısına gölge düşürebilecek bir tek şey var: Gage’in kişiliğinde gözlenen belirgin olumsuz değişim… Sanki o kararlı ve sorumluluk sahibi, kibar ve anlayışlı insan gitmiş; yerine huysuz, saygısız, küfürbaz, kurallara tahammülü olmayan bir ‘yabancı’ yerleşmiş gibi…
Gage’in bedeni aynı beden ama içinde oturan ‘ruh’ ya da ‘kişi’ artık aynısı değil…
Gage’in bu ‘yeni’, ahlaksız ve kavgacı karakteri, önce işini kaybetmesine, sonra da yakınları tarafından dışlanmasına neden oluyor. Felaketten on üç yıl sonra da, 38 yaşında, yoksul ve kimsesiz, yaşama gözlerini kapatıyor.
2- Almakta zorlandığımız ders
Bilim insanları ve felsefecilerin önyargılarından sıyrılıp bu hazin öyküden ders çıkarmaya başlamaları yüz yıldan fazla zaman aldı.
Bilim ve felsefenin, beyinde oluşmuş bir hasarın hafıza kaybına, kısmi ya da tam felçlere neden olabileceğini kabul etmesi, nispeten kolay olmuştu…
Ama Gage vakası, akla yeni, rahatsız edici bir düşünceyi getiriyordu: Ahlaklılık, sorumluluk duygusu, empati gibi, ‘insanı insan yapan’ duygular da beynin bir yerlerinde ikamet ediyor olabilirdi… Eğer öyleyse, orada oluşabilecek bir hasar, insana ‘her türlü ahlâksızlığı’ yaptırabilirdi.
Gage ne felç olmuş, ne de hafıza kaybına uğramıştı… Sadece, ‘zararı kendine’, huysuz ve kaba birine dönüşmüştü… Ama demir çubuk birkaç milimetre öteden geçseydi, belki de bir ‘seri katile’ ya da ‘çocuk tacizcisine’ dönüşecekti… O zaman yaptıklarından kimi sorumlu tutacaktık? Gage’i mi, çubuğu mu?
O dönemde, ahlaki, dinsel ve hukuksal kuralların gözden geçirilmesini gerektirecek bu tip soruların, değil dile getirilmesi, akıldan geçirilmesi bile cesaret gerektiren bir işti…
***
Bugün artık 19. değil, 21. yüzyıldayız… Eğer Gage bugün yaşasaydı, ulaşabileceği tıbbi bakımın çok daha kusursuz olacağından kuşkum yok. Ama kişi ve toplum olarak ona karşı daha anlayışlı olur muyduk? Onu kestiremiyorum.
Etrafımız Gage’lerle dolu… Kimi bir travma ya tümörün etkisiyle, kimi beynindeki fiziksel veya kimyasal bir düzensizlik nedeniyle, ‘kabul edilemeyecek’ kabahatler işliyor.
Aklımız, bu insanların başka türlü davranma olanağı olmadığını bize fısıldıyor… Ama ‘kalbimiz’ bunların ‘özgür iradeleriyle’ kötü yolu seçtiklerine inanmak istiyor…
‘Kalbimiz’, aklımızdan acımasız mı ne?