ABD Başkanı Donald Trump, ilk yurt dışı seyahati için Ortadoğu’yu seçti. ‘Üç dinin merkezine yolculuk’ olarak tanımlanan ziyarette Trump, Suudi Arabistan’ı ve İsrail’i ziyaret etti. Daha sonra Vatikan’a giden başkan, bu ilk gezisini NATO konferansına katılmak için gideceği Brüksel’de sonlandıracak. Trump’ın Ortadoğu ziyareti, Obama’nın bölgede bıraktığı ekşi tadı düzeltme, İran ortak tehdidi, terörle mücadele çabası ve tarihi silah anlaşması olarak özetlenebilir.
ABD Başkanı Donald Trump, ilk yurt dışı seyahati için Ortadoğu’yu seçti. ‘Üç dinin merkezine yolculuk’ olarak tanımlanan ziyarette Trump, Suudi Arabistan’ı ve İsrail’i ziyaret etti. Daha sonra Vatikan’a giden başkan, bu ilk gezisini NATO konferansına katılmak için gideceği Brüksel’de sonlandıracak. Trump’ın Ortadoğu ziyareti, Obama’nın bölgede bıraktığı ekşi tadı düzeltme, İran ortak tehdidi, terörle mücadele çabası ve tarihi silah anlaşması olarak özetlenebilir.
Trump’ın, ABD’nin bölgedeki imajını düzeltmeyi amaçlayan Riyad ziyareti, Obama’nın hatırasının gölgesinde gerçekleşti demek yanlış olmaz. Benzer bir amaçla 2009’da Kahire’ye giden Obama’nın oradaki konuşması çok ses getirmiş, büyük umutlar doğurmuştu. Ancak sekiz yıllık başkanlığının sonunda akılda kalan, Ortadoğu’dan uzak durmaya çalıştığı ve Trump yönetimine, selefi George W. Bush’tan teslim aldığından daha karmaşık bir bölge bıraktığı oldu.
Trump’ın ziyareti Suudiler başta olmak üzere Arap dünyasında olumlu karşılandı ve Riyad’daki zirve dünyanın birçok yerinden gelen Müslüman ülke liderleriyle dolup taştı. Suudilerin bu ziyarete büyük önem vermesi, Obama yönetimi tarafından kendilerini ihanete uğramış hisseden Körfez ülkelerinin ABD ile ilişkileri düzeltmeye, bir reset atmaya karar verdiğini gösteriyor. Bu nedenle Obama’nın göremediği karşılama Trump’a nasip oldu. Suudi Arabistan Kralı Salman şahsen aprona kadar gelerek karşıladı Trump’ı. Ekranlara yansıyan el sıkışması ise, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin daha iyiye gideceğinin bir göstergesi oldu.
Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun temsil ettiği, İran’ın katılmadığı Riyad’daki Arap İslam Amerika Zirvesi, adından da anlaşılacağı gibi bu reset’in en önemli dışa vurumu oldu. Burada ilginç olan nokta, genelde Mısır tarafından başlatılan bu tür girişimlerin bu sefer Suudi Arabistan tarafından gerçekleştirilmesiydi. Bu durum Suudi Arabistan’ın daha müdahaleci dış politikası sonucunda bölgede değişen pozisyonunu da gösteriyor.
Suudi Arabistan gezisinin en dikkat çeken noktası yaklaşık 350 milyar doları bulan ve on yılı kapsayan tarihin en büyük silah –askeri mühimmat anlaşması ve ticari anlaşmalar oldu. İki ülke ayrıca terör finansmanını engellemek için bir merkez açılmasını onayladılar. Tüm bu anlaşmaların anahtarı ise, ABD, Suudi Arabistan ve İsrail’i ortak noktada buluşturan İran tehdit algısı.
Obama’nın 2013’te kimyasal saldırı sonrası askeri müdahale seçeneği İran ve Rusya’nın devreye girmesi ile rafa kalkmıştı. Nükleer anlaşma ile kontrol altına alınmış, sisteme dahil edilmiş bir İran’ın, başıboş bırakılmış ve dışlanmış bir İran’dan daha güvenilir olduğuna kanaat getirmişti Obama.
Bu politikaya karşılık kimyasal silah kullanımına verdiği cevaptan da anlaşılacağı gibi, Trump yeniden İran’ı çevreleme politikasına geri döndü. Nükleer anlaşmayı yürürlükte bırakırken, İran’ın ihtiraslarını dizginlemeyi amaçlıyor. Bu durum Trump’ın “Önce Amerika” demesine rağmen daha güvenlik odaklı kararlar alacağı ve kendi tahmininden bile daha müdahaleci olacağını gösteriyor. Desteği ise, Ortadoğu’ya yeniden geri dönen ABD’yi heyecanla karşılayan Suudiler ve İsrail’den buluyor. Bu durum aynı zamanda bölgedeki güç boşluğundan yararlanarak kendisine saha açan Rusya döneminin de sonuna gelindiğini gösteriyor.
Öte yandan İran halkı geçtiğimiz haftaki seçimlerde Ruhani’yi yeniden seçerek, istenilen hızda ekonomik bir geri dönüş sağlanamamış olsa dahi nükleer anlaşmaya desteğin sürdüğünü, uluslararası sisteme entegre olmak ve dünyayla etkileşim halinde kalmak istediklerini gösterdiler.
Trump’ın ziyaretinden Arap NATO’su veya Bağdat Paktı benzeri, İran tehdidine karşı bir Arap güvenlik sistemi oluşturulmadı ancak Trump tıpkı Obama gibi bölgesel güçlerin Ortadoğu sorunlarında daha fazla sorumluluk alması gerektiğini açıkça belirtti. Bu ziyaretten Amerikan elçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması kararı da çıkmadı. Ancak Trump, Batı (Ağlama) Duvarını görevdeyken ziyaret eden ilk ABD Başkanı oldu. Bunun Kudüs’ün Yahudi bağlarını göstermesi açısından sembolik değeri büyük. Öte yandan İran’a karşı oluşturulan bölgesel ittifakı ve olası bir İsrail-Filistin barış görüşmesini baltalayacak bir adımdan da kaçındı.
Özetle İran tehdidi karşısında İsrail kadar Körfez ülkeleri de ABD’nin yerini alabilecek bir başka süper güç olmadığına karar vererek ilişkileri iyileştirme ve güçlendirme yoluna gittiler. ABD de, seçimlere rağmen değişmeyecek İran dış politikasına karşılık Sünni bloktan medet umuyor.
Trump’ın Ortadoğu politikasının izini ise son haftada aldığı kararlarda sürebiliriz. IŞİD’e karşı savaşta kara gücü olarak kullandığı YPG’yi sofistike silahlarla donatacak. YPG’yi bir güvenlik tehdidi olarak gören NATO müttefiki Türkiye’nin endişelerini giderebilmek için Ankara’ya silah satışı gerçekleştirecek. Öte yandan Suudi Arabistan ile tarihi büyüklükte bir silah anlaşmasına imza attı. Bir sonraki durağı olan İsrail ile ABD arasındaki askeri anlaşma ise zaten malum. Danışmanları bu ziyareti Trump’ın Müslüman ülkelerle ilişkileri yeni baştan kurma çabası olarak yorumlamıştı. Ancak anlaşılan o ki Suriye, Yemen başta olmak üzere Ortadoğu yanarken, bu çaba daha çok Amerikan silah endüstrisinin gelişmesini sağlayacak.