Dünya durulmuyor. Kuzey Kore krizi tam soğumaya bırakıldı derken, geçtiğimiz pazartesi günü yeni bir füze denemesi yaptığı haberi geldi. Japon Denizi açıklarına düşen füze, bölgedeki tüm ülkeleri rahatsız etti. Ancak sözünü sakınmayan Trump bile, sorun Kuzey Kore olunca konuya temkinli yaklaşıyor.
Geçen haftanın en acı haberi ise İngiltere’den geldi. IŞİD bu sefer Manchester’da can aldı. Terör örgütü, sevdikleri şarkıcıyı izlemek için konser salonunu dolduran çocuklara acımadan saldırdı. Bu saldırı aynı zamanda alınan olağanüstü tedbirlerin terör eylemlerinin tamamen durmasını sağlayamadığını bir kez daha gösterdi. Güvenlik, her geçen gün daha da önem kazanıyor.
Güvenlik demişken, ABD’nin imzaladığı silah anlaşmaları, Trump’ın ilk yurtdışı ziyaretinin özünü oluşturdu. Ülkesi dışına yaptığı ilk ziyaretinin ilk durağı Suudi Arabistan oldu. ABD’nin Suudi Arabistan’la 110 milyar dolarlık silah satış anlaşması imzalaması, ister istemez akıllara Yemen’de süren savaşı ve İran’ı getirdi. Bu miktarda silah sadece caydırıcılığı amaçlıyor olamaz. Ayrıca bu satış karşılıksız da olamaz. Suudi Arabistan’ın İran rekabeti göz önüne alınınca, ABD’den silah alımı karşılığı Kral Selman, Trump’tan İran ambargosunun tekrar gündeme gelmesini istemiş olabilir. Bu anlaşmanın detaylı içeriği ve siyasi sonuçları birkaç ay içerisinde ortaya çıkacaktır, beklemek gerek.
Güvenliğin ikinci önemli kalemi ise istihbarat. Trump’ın Rusya ile son derece değerli ve gizli bilgileri paylaşmış olması önce ülkesini sonra da kendisini oldukça zor duruma soktu. Trump’ın başkanlık seçimlerinde Rusya’dan destek aldığı ve Rusya’nın seçimlere hile karıştırdığı yolunda spekülasyonlar ve soruşturmalar devam ederken bu skandalın patlak vermesi ise durumunu iyice zorlaştırdı. Manchester saldırısı sonrası ortaya çıkan bir gelişme de bu konuyla ilintili. Bu saldırı sonrası öğrendik ki, İngiltere ile ABD arasında istihbarat paylaşımı durdu. Buna gerekçe olarak da gizli bilgilerin Trump tarafından ifşa edilmesi gösteriliyor.
Avrupa cephesinde ise, önümüzdeki eylül ayında genel seçimlere gidecek olan Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel ülkesinin dış ticaret fazlası vermesinin gerekçesi olarak Euro’nun güçsüzlüğünü gösterdi. Ülkesinin dış ticaret fazlası vermesinden adeta utanırcasına Euro’nun zayıflığını göstermesi, Euro’yu az da olsa güçlendirdi. Merkel ayrıca, geçen hafta yaptığı bir açıklamada, Avrupa - ABD ilişkilerin artık eskisi kadar sıcak olmayacağını ve AB’nin ABD’ye paralel veya ABD güdümlü politikalar üretmek zorunda olmadığını belirtti. Bu radikal açıklama Avrupa ile ABD aşkının bittiğini haykırıyor adeta. ABD ile ticaretlerinde diğer ülkelerin dış ticaret fazlası vermesi konusuna adeta takıntılı olan Trump ise Merkel ile daha önce, çok da sevecen olmayan bir görüşme yapmıştı.
Trump, halen diğer ülkelere ayar vererek dış ticaret açığını kapatabileceğini sanıyor. Oysa üretkenlik ve refah seviyesinin yüksekliği göz önüne alındığında ABD’nin özellikle ABD doları baskın para birimiyken dış ticaret açığı vermesi pek de dert edilecek bir konu değil. Kaldı ki ABD’yi dış ticaret fazlası veren bir ülke haline getirebilmek için öncelikle ağırlıklı olarak tüketim toplumu olan ve işsizlik oranı son derece düşük olan ABD’de normal koşullarda, yani aşırı korumacı bir tutum içine girilmeden cari fazla vermesi pek de mümkün görünmüyor. Ancak tüketimi azaltmaya çalışmak, aylardır yükseltilmeye çalışılan enflasyonun gerilemesine ve ABD ekonomisinin durgunluğa geçmesine sebep olabilir.
Bundan sonra ne olacak?
Belki güvenlik bahanesiyle savaş malzemeleri ve teçhizat satarak ABD cari açığını kapatsa da, bu daha çok ABD’nin ‘jandarmalık hizmeti’ için kendisine verilecek bir nevi vergiden başka bir şey olmayacak. AB ise savaş malzemeleri almak konusunda pek de ısrarlı değil. Bu konuda, ileriki günlerde Avrupa ile ABD arasında başlayabilecek bir rekabete hazırlıklı olmak gerek.