Yeni bir üniversitemiz oldu: İbn Haldun Üniversitesi. İbn Haldun ismi üzerinden yapılan tartışmalar vesilesiyle sesli düşünme yapacağım biraz. Konuyu ülkemizdeki mevcut kamplaşmadan uzaklaşarak değerlendirmek gerekiyor.
Öncelikle İslam dünyasının düşünürleriyle batılı aydınların ortak değerlerini bir arada değerlendirmeye çalışmak daha sakin düşünmemize yardım edebilir. İşte o zaman ortak bir uygarlık fikrine yaklaşacağız; bizim katkılarımızın ne olduğunu hesaplamanın ötesine geçip güncel durumu yakalayacağız.
İbn Haldun, âlimlerimizin asırlardır üzerinde düşündüğü bir değerdir. Mukaddime’nin Türkçeye çevirisi için ta 1725 yılında yola çıkılıyor,
Şeyhülislam Pirizade Mehmed Sahib Efendi’nin açtığı yolda fasıl fasıl başkaları da ilerliyor ve I. Mahmut’a da, Sultan Abdülmecit’e de tercümeler sunuluyor; kitap Kahire’de de, İstanbul’da da basılıyor. Mukaddime çevirisinin çeşitli kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshasının bulunması, uzun bir sürede muhtelif çevirilerinin yapılması ve çevirilerin padişaha sunulması, eserin gördüğü ilginin ve saygının işareti.
İbn Haldun’un Jakobenlerce yasaklandığı konusunu biraz açmak istiyorum. Robespierre ve arkadaşları Mukaddime’yi dert edecek olmadıklarına göre burada ihale gene Kemalistlere kalıyor. Oysa İbn Haldun’un eserleri Cumhuriyet döneminde serbestçe basıldı ve dağıtıldı, okullarda okutuldu. Hak ettiği değerini bulamadığı düşünülen kitaplarının bugün değil üniversitelerde, Milli Eğitim’de bile etkisi zannedildiğinden büyük. Öyle ki İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Genel Kamu, Mülkiye’de Siyasi Düşünceler Tarihi gibi derslerde inceleme konusu olması bir yana, Cumhuriyet dönemi tarihçileri de bu eğitimden etkilendiğinden olacak, ilkokul okumuş herkesin bildiği Osmanlı İmparatorluğunun dönemleri ayrımı (Kuruluş’tan Dağılma’ya) ders kitaplarında yer almıştır, hâlâ da alır. Osmanlı da dâhil olmak üzere, devletlerin kuruluşunu ve sona ermesini anlamada İbn Haldun’un tarihsel süreklilik ve değişim teorisi, yönetimler döngüsü fikri, araştırmacıları etkilemeye o zaman gibi bugün de devam ediyor. (Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü’nün Dipnot Yayınları’ndan çıkan ‘Osmanlı: Bir Dünya-İmparatorluğunun Soykütüğü’ başlıklı kitabı, Osmanlı’nın kuruluşuna cevap ararken İbn Haldun’a da başvuran güncel örneklerden biridir.)
İbn Haldun, ‘Jakobenler’ döneminde ders kitaplarına kadar girip bugün Türkiye’nin tamamının zihin haritasına yerleştiyse, kimdi onu yasaklayan?
Kötü olan her şeyin faturasını 1923-1945 arasına çıkarmadan önce yine tarihe başvuralım. Aslında İbn Haldun’u yasaklayan, bugünlerde TRT’de dizisi yayınlanan II. Abdülhamit’ti. Çünkü İbn Haldun devletlerin sadece kuruluşunu değil, çöküşünü de anlatıyor, devletlerin bir ömrü olduğunu vurguluyordu ve kuruluş, yükselme gibi dönemler II. Abdülhamit zamanında çoktan geride kalmıştı. Her tarafta isyan çıkar, ülkenin sınırları da geriye doğru çekilirken İbn Haldun’un bu görüşleri pek hoş kaçmıyordu doğrusu, üstelik şeriatın hükümet için şart olmadığını yazarken. Şüphesiz ki bu yasaktan kuru kuruya
bir II. Abdülhamit eleştirisi yapmanın âlemi yok; aksine bu mesele dönemin ruh halinin kristalize olduğu önemli bir örnek olay. Kısaca söylemek gerekirse, İbn Haldun II. Abdülhamit’in zamanının ruhuna uymuyordu.
İbn Haldun sunulan tablonun aksine solun da önemsediği bir isim. Mukaddime’nin ilk çağdaş Türkçe çevirisinde Zakir Kadiri Ugan’ın imzasını görüyoruz; ancak bugün güncel baskılarda hâlâ gördüğümüz isim Turan Dursun. Suikast sonucu aramızdan ayrılan Dursun’un ardından, yine soldan bir isim, Sevim Belli ayrıca bir çeviri daha yapmıştı. Türkiye’de solun İbn Haldun’u görmezden gelmek bir yana geniş kitleler tarafından tanınması için gayret gösterdiği su götürmez bir gerçektir.
Bir de zannedildiği gibi Comte’un eserleri bugün Batı’da mukaddes bir eser değil; Comte’un eserleri ve kendisi eleştirildiğinde, kimsenin de buna ses çıkarmamasına bakıldığında ‘mahkûm edildiği’ daha net görülüyor. Bilim eleştirerek, geriye dönüp bakarak, kendini sağlayarak ilerliyor. Gerçekten Türkiye’de insanlar maalesef dünyayı takip etmiyor, yapay zekâ bu kadar ilerlemişken ne kadar büyük bir dönüşümün içinde olduğumuzdan çoğumuzun farkına varmadığını görüyorum. Geriye bakıp övünülecek konular, figürler aramak kadar bugün nerede olduğumuza bakıp bir kendimizi kontrol etmeye, eksiklerimizi gidermeye ihtiyacımız var.