‘Savaş sanatlarının’ bir ‘barış yolu’ olarak ele alınması fikri, batılı bir insana yabancı gelmesi, aklının savaş sanatlarının ‘caydırıcı etkisine’ gitmesi doğaldır.
Oysa aynı ifade, bir Japon’un zihninde, çok tanışık olduğu ve caydırıcılıkla hiç ilgisi olmayan bambaşka bir düşünceyi çağrıştırır.
Bu farklı algılamaya neden olan, kültürlerimizin çok farklı oluşunun yanı sıra, Japonca ‘BU’ yani ‘savaş’ sözcüğünü içeren tüm terimlerin batı dillerine, kestirmeden, ‘Savaş Sanatları’ olarak çevrilmiş olmasıdır. Örneğin, Bujutsu, Buşido ve Budo gibi…
Bunlardan, ‘savaş teknikleri’ anlamına gelen Bujutsu, gerçek bir savaşma-dövüşme öğretisi olduğu için, ‘savaş sanatı’ olarak çevrilmesinde önemli bir mahzur yoktur. Ju-Jutsu, Ken-Jutsu ve Aiki-Jutsu, hep Bujutsu teknikleridir.
Sözcük anlamları ‘savaşçının yolu’ ve ‘savaş yolu’ olan Buşido ve Budo’ya gelince, bu disiplinlerin ‘savaşı durdurma sanatı’ olarak tercüme edilmeleri çok daha yerinde olur. Yukarıda saydığım savaş tekniklerinin ‘do’ yani felsefi versiyonları da, Ju-Do, Ken-Do ve Ai-Ki-Dodur.
Japon kültüründe ‘Do’, bir felsefi sistemin zihnindeki bir kuram olmaktan çıkıp, bir yaşam tarzı olarak ‘benimsemesini’ sağlamak amacıyla, öğrencinin yönlendirildiği bir ‘yan disiplindir’.
Zen geleneğinde, öğretinin sözle iletilmesi mümkün görülmediğinden, öğrenci önce fiziksel bir aktiviteye yönlendirilir. Bu aktivite ya da ‘yol’ (Do), ‘çay töreni’ (Ça-Do), ‘çiçek düzenlemesi’ (Ka-Do), ‘hat sanatı’ (Şo-Do) olabileceği gibi, bir ‘savaş sanatı’ (Bu-Do) da olabilir.
***
1- Savaş
Bütün canlıların ‘canlarını’ kurtarmak için savaş içinde oldukları bir evrende yaşıyoruz. İçimizde işleyen karşı konulmaz bir yaşama güdüsü, diğer canlıları yok etme pahasına, bizi yaşamda tutmaya çabalıyor.
Doğa Ana yeter derecede cömert değil… Bütün diğer ‘canlılar’ gibi bizim de, yaşamda kalmak için, diğer canlıları ‘tüketmemiz’ gerekiyor. Dünyayı ‘yaşanacak’ kılmak, ‘insan türünün ihtiyaçlarını karşılayacak duruma getirmek’ anlamına geliyor.
Bu çabamızda gösterdiğimiz başarı küçümsenemez… Diğer canlılara egemen olmayı, ‘evcil’ kılabildiklerimizi, yani kendilerini tüketmemize razı ettiklerimizi çoğaltmak, bizimle uzlaşmayanları bizden uzak tutmak hususundaki başarımız yadsınamaz. ‘Tür’ olarak tavuklar, aslanlardan çok daha başarılı oldu sayemizde…
2- Savaşı Durdurmak (Barış)
Bütün bunlar, ne bir erdemimizden kaynaklandı, ne de kabahatimizden… Doğamızın buyruklarına boyun eğiyoruz, hepsi bu…
Ne var ki, doğamızın gönderdiği ‘buyruklar’ bazen çelişkili oluyor… Hangisine uymamız gerektiğini kestiremiyoruz… Örneğin, içgüdülerimiz yaşamda kalmak için bizi savaşmaya iterken, aklımız, ‘daha bilgece’ çareler aramaya zorluyor.
Doğa Ana ise, yaşamın sürmesine öncelik veriyor olacak ki, içgüdülerimizin ‘savaşçı reflekslerinin’, aklın ‘bilgece çözümlerini’ beklemeden eyleme geçmesini buyuruyor.
Doğaya boyun eğmeye razı olmayan aklımız ise, bu ‘iç savaşı’ durdurmak için, içgüdüleri ‘evcilleştirmenin’ bir yolunu arıyor.
3- Barış yolu olarak savaş sanatları (BUDO)
Batı düşüncesi, insanın ‘kötü’ doğasını eleştirmek, için sayısız ‘felsefe’ ve ‘edebiyat’ üretti… Homurdandı, durdu…
Bununla yetinmeyen Uzakdoğulu bilgeler ise, savaşın ne kadar kötü, savaşı durdurmanın ne kadar acil olduğunu en iyi bilen Samuraylardan esinlenerek, ‘savaşçının yolu’ adını verdikleri BUDO’ları geliştirdiler.
***
30 yılı aşkın bir süredir, çok değer verdiğim Japon ve Türk hocaların rehberliğinde bir Japon ‘savaş yolunu’ icra ediyorum.
Aikido’nun yaratıcısı O’Sensei Ueshiba’nın aklındaki eğitim stratejisinin ne olduğunu bilmem ve bunu yazıya dökmem mümkün değil… Çünkü öğretinin sözle, yazıyla iletilemeyeceğini düşündükleri için Japon hocalar, eğitimi kendi davranışları ve minder üzerindeki tutumları ile ve söze başvurmadan vermeye çalışırlar.
Söz konusu eğitim, bir tekniğin doğru uygulanışına dair olabileceği gibi, kıskançlık, kibir, aşağılık duygusu gibi psikolojik bir zaafın giderilmesiyle de ilgili olabilir. Sensei (hoca) öğretiyi ‘beden diliyle’ iletmeye, öğrenci de ustasını taklit ederek öğrenmeye çalışır.
***
Taocu bir atasözü vardır: “Söyleyenler bilmiyor, bilenler söylemiyor” diyen… Şimdi, “Bilmeden söyleyen” durumuna düşmeyi göze alarak Aikido Dojo’sunda esen havayı yazıya dökmeye çalışacağım:
- Önce, içinizdeki iyi niyetli bilgenin önünde saygıyla eğiliyorum. “Onegai Şimasu!”
- Eğer bugün eğitimi ben veriyorsam, ‘hocalığım’ minderden iner inmez sona erecek… Minderin dışında siz benim hocam olacaksınız.
- Dojo içerisinde ritüel ve etikete uymanın işlevi, ‘harici’ dünyanın girdabından sıyrılıp ‘yolumuza’ odaklanmamızı sağlamak.
- Birbirimizin rakibi değil, yolu keşfetme olanağı veren yol arkadaşlarıyız. O nedenle, her fırsatta birbirimizin önünde saygıyla eğiliyoruz.
- Amacımız, saldırganı yenmek değil… Bize saldırma nedenini yok etmek.
- Gerçek zafer, düşmanı alt etmek değil, onu dosta dönüştürmek.
- Bizi alt edecek olan, karşımızdaki rakip değil, onu ‘gözünde büyüten’, ‘küçük gören’, hırslanan, kıskanan, korkan içimizdeki düşman.
- ‘İçimizdeki düşman’ da, dışımızdaki kadar, şefkat ve saygıyı hakkediyor. Her düşüncenin, her duygunun dile gelmesine izin vermemiz gerekiyor. Barışın yolu, demokrasiden geçiyor…
- Bunları okuduğunuz için önünüzde saygıyla eğiliyorum: “Domo arrigato Gozeimaşita!”