Hızlı ve pratik olmaya çalışıyoruz. Karmaşık konuları basite indirgemek istiyoruz. İki üç noktayı birleştirdik mi, bir çizgi oluveriyor. Çizgi ise çok şey anlatabiliyor. Bazen, ‘istikrarlı’ veya ‘kendine has’ anlamına gelse de, burada daha çok çizginin ‘temsili’ özelliğine dikkat çekmek istiyorum. Çizgi deyip geçmeyelim, açalım içini, felsefesine varalım:
Çizgi bir metafordur. Basit, yalın ve nettir ancak, kapladığı alana göre anlatabildiği çok fazladır. Mesela, insanlık tarihini düz yatay bir çizgi olarak, geçen yüzyılları ve hatta bin yılları da birer çentik olarak gösterebilirsiniz. Kimse de tarih ansiklopedilerine dahi sığamayan binlerce yılı nasıl öyle bir çentikle geçtin diyerek itiraz etmez.
Çizgi noktalardan oluşur. Birleştirdiğiniz noktaların arasında kalan boşluklar da ister istemez dahil olurlar çizginin kapsama alanına… Oysa, düz beyaz bir satıh üzerine doğan noktalar ve noktacıklar belki de hazır değillerdir herhangi bir çizginin uskur suyuna girmeye. Belki, her bir noktanın kendi öz iradesi dahi vardır. Buna kulak asmayan istatistikçi, hepinizle tek tek uğraşamam der, gider aralarından öyle bir çizgi geçirir ki, her noktanın o çizgiye olan mesafesinin karelerinin toplamı, en düşük seviyededir. Aha! Bu çizgi sizsiniz işte, der. Noktalar ve noktacıklar, tek başlarına kalıp başkalarının oluşturduğu çizgilerin boyunduruğuna girmektense, çareyi kümelenmekte bulurlar. Çünkü ne kadar büyük bir küme olurlar ise, çizgi mecburen onlara o kadar yakın geçecektir.
Çizgi ayrıştırıcıdır. Çizgi olmayan yerde, noktalar serbestçe istedikleri yerlerde durabilir istedikleri yerlere akabilirken, çizgi çizildiğinde ayrışma başlar ve özgürlükleri sınırlanır. Çizginin bir bu tarafı vardır, bir de öte tarafı. Bu bir sınır çizgisi olabileceği gibi, akıl çizgisi, kanun çizgisi, dini emirlerden veya ahlaki değerlerden gelen bir çizgi de olabilir. Araya çizgi girdi mi, noktalar birbirlerine doğru akmaz, zamanla birbirlerini anlayamaz olurlar. Noktacık olarak başlayıp, kuruyup gidinceye kadar çizginin öte tarafına hiç geçmemiş, sadece çizginin bu tarafındakilerden duydukları ile yetinen ve her şeye ona göre anlam veren noktalar çoğunluktadır ne yazık ki.
Çizgi kışkırtıcıdır. Ortalarından geçtikten sonra, kendinin neredeyse kutsal ilan edilmesi için tarafları kışkırtır. Hele bir ihlal söz konusu olduğunda, çizgiyi aşana bir ders verdirmek, hatta hiç unutamayacağı bir ders verdirmek için, elinden geleni ardına koymaz.
Çizgi deyince ilk önce düz çizgi gelir akla. Geçmişten, geleneklerden ve alışkanlıklardan gelen noktaları birleştirip ileriye doğru uzatınca, zannedersiniz ki çizgi bize geleceği gösterir. Bilmez ki, geleceği şekillendiren devrimlerdir, inovasyondur, akıldır ve genellikle de, maalesef, savaştır.
Çizgi değişimi sevmez, esnek değildir. Yolunda gitmek ister. Bu nedenle, paralel çizgiler yan yana ömür boyu giderler ama hiçbir zaman birlikte olamazlar. Paralel olmayan çizgiler ise, zaman zaman kesişirler, ama kısa süre sonra yollarına devam ederler.
Çizgi, insanlara mahsustur. Tabiat çizgi koymaz. Tabiat sürekli bir denge arar. O ‘sürdürülebilir’ dengeyi bulduğunda ise, zaman önemini kaybeder. O nedenle, yüz binlerce sene sorunsuz var olmuş dağlar ve topraklar, habersizdirler üzerlerinden geçen çizgilerden.
Çizgiler kalınlaştıkça çatışma da beraberinde gelir. Sağ-sol, dindar-laik, Türk-Kürt, evetçi-hayırcı gibi kümelenmelerin çizgileri daha da kalınlaştırdığını görür olduk. Kutuplaşma arttıkça, çizgilerin ayırıcı gücünün daha çok farkına varır olduk. Bir çizgiyi geçmenin ülkelerin ekonomilerinde yıllar süren hasara sebep olabildiğini gördük. Çizginin bir tarafında kalan noktaların, diğer taraftakileri hiç bilmediklerini, duymadıklarını ve anlamaya da çalışmadıklarını, görür olduk.
Ne dersiniz, çizgilere değil de, kendi halinde var olan noktalara odaklı bir bakış açısının zamanı gelmedi mi halen?