2014 yazından bu yana üzerimize karabasan gibi çöken Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) kâbusu nihayet sona eriyor gibi.
Hem Irak’ta hem de Suriye’de operasyonlar son hızla devam ediyor ve örgüte karşı ciddi kazanımlar elde edilmekte.
Gelişmeler arasında belki de en dramatik olanı, IŞİD’in Musul’da lideri Ebu Bekir el Bağdadi’nin hilafet ilan ettiği El Nuri el Kebiri Camisini havaya uçurmuş olmasıydı. Irak ordusu silahları bırakıp, kaçarak kaybettiği Musul’u geri alırken, örgüt, bir bakıma hikâyenin başladığı yerde tıpkı bayrağı gibi simsiyah ve uğursuz bir duman bırakmış oldu arkasında.
IŞİD ile mücadelenin Suriye ayağı, Rakka Operasyonu da tahmin edilenden hızlı ilerliyor. Çatışmalar ise giderek ülkenin güneydoğusuna kayıyor.
Tabi, ortak düşman geriledikçe sahada savaşan güçler arasındaki rekabet de giderek kızışmakta. ABD’nin geçtiğimiz ay Suriye’de Esad rejimine ait bir savaş uçağı ve İran’ın insansız hava aracını düşürmesi, Rusya’nın geçici olarak ABD ile hava koordinasyonunu askıya alma kararı, son olarak Trump yönetiminin Esad rejiminin yeni bir kimyasal saldırı hazırlığında olduğu iddiası ve böylesi bir durumda tekrar askeri güç kullanmaktan kaçınmayacağını duyurması felakete bir kıvılcım uzakta olduğumuzu gösteriyor.
ABD ile Rusya’nın Fırat’ın doğusu ve batısını kendi aralarında de facto etkinlik alanı olarak paylaştıkları, Suriye’deki gelişmeleri yakından takip edenlerce malum. Ancak bu dengeyi nereye kadar koruyacakları belli değil. Özellikle İran’ın bölgedeki etkinliğini budamak isteyen şahinlerin ABD Başkanı Trump’ı yönlendirdikleri düşünülürse, savaş alanı daraldıkça ABD’nin Suriye ordusu, İran veya Rusya ile çatışması ihtimal dahilinde.
Bu arada Katar krizindeki duruşu Trump yönetimi içindeki kafa karışıklığını somut şekilde ortaya koymuş oldu. Aynı kafa karışıklığı Ortadoğu politikası için de geçerli. ABD’nin Suriye’de askeri varlığının kalıcı olup olmayacağını, son tahlilde nasıl bir Suriye ve Irak tahayyül edildiğini, bunun için mevcut yönetimin savaşa ne kadar angaje olmaya niyeti olduğunu Başkan Trump ve adamlarının çelişkili beyanatlarına bakarak kestirmek güç.
Rusya ve İran, Suriye’de savaşın en başından beri Esad rejimini ayakta tutmak için mücadele etti. Hatta Rusya bu sebeple 2015’te aktif şekilde savaşa müdahil oldu, bölgesel etkinliğini pekiştirdi.
Türkiye’nin ise Suriye’deki öncelikli hedefleri savaşın seyrine göre değişti. Bugün IŞİD gerilerken, Ankara’nın başlıca hedefi IŞİD sonrası Suriye’de sınır güvenliğini tehdit edecek bağımsız bir Kürt devletinin oluşumunu engellemek, kontrol ettiği alanları elden geldiğince sınırlamak.
Obama döneminden bu yana, Türkiye ABD’yi IŞİD’e karşı PKK’nın uzantısı saydığı YPG ile işbirliği yapmaktan vazgeçiremedi. Başkan Trump’ın YPG’yi silahlandırma kararı ve YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) IŞİD’e karşı elde ettiği başarıların Suriyeli Kürtlere ülkenin geleceğinde söz sahibi, meşru bir aktör olma yolunu açacağından endişe ediliyor.
Türkiye, bu bağlamda ABD’den alamadığı desteği, bir kez daha Rusya’dan almayı deniyor.
TSK destekli Özgür Suriye Ordusu tarafından Tel Abyat, Mınıg hava üssü ve Afrin’i kapsayacak bir harekât planının hazırlıklarının yapıldığı basına yansıdı. Sınıra gönderilen birlikler, zırhlı araçlar ve hafta sonunda yaşanan yoğun diplomatik temaslar, içeriğine dair çok fazla ipucu vermese de yaklaşan bir operasyonun habercisi.
Türkiye, Rusya ve İran, Astana görüşmeleri kapsamında dört çatışmasızlık bölgesi kurulması üzerine anlaşmışlardı. Bu bölgelerden biri de İdlib. Görünen o ki, Türkiye taahhüdünü yerine getirerek, çatışmasız bölgenin korunması için TSK destekli ÖSO birliklerini yollamak istiyor.
“Çatışmasız bölge” planının hayata geçmesi, Türkiye’nin üzerindeki mülteci yükünü de alacağından önemli.
Askerilerin İdlib’e ulaşacağı en elverişli rota ise Rusların himayesinde, Kürt hâkimiyetindeki Afrin’den geçiyor. ABD’nin IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün Ankara ziyareti, Afrin’deki Kürtlerle Türkiye arasında olası bir çatışmayı engellemek için ara formüller sunulmuş olabileceğini akla getiriyor. Çünkü böylesi bir çatışmanın Rakka Operasyonu’nu sekteye uğratma riski var.
Geçmişte Süleyman Şah Türbesinin taşınmasında sınırlı ve üstü kapalı da olsa işbirliği yapılabilmişti. Bugün içinse iyimser bir ihtimal gibi görünüyor. Çünkü Ankara kendisini sınırdan kuşatacak, Akdeniz’e açılacak bir Kürt koridoru oluşmasını engellemek konusunda kararlı.
Burada iki önemli husus var. İlki Rusya’nın rejim muhaliflerinden oluşan ÖSO’nun alan kazanmasına hangi noktaya kadar geçit vereceği. İkincisi, Rusya’nın (Esad’lı bir Suriye ile barışık olan) Kürtlerle ilişkilerinin ABD’den daha az samimi olmadığı. Rusya’nın PKK’yı terör örgütü olarak görmediği, PYD’nin temsilciliklerinin bulunduğu ve Cenevre görüşmelerinde Suriyeli Kürtlerin masada olmaları için baskı yaptığı hatırda tutulmalı.
Öte yandan, Rusya için NATO müttefiki bir ülkeyi yanına çekmenin stratejik getirisi olduğu muhakkak.
Her halükarda, olası bir askeri operasyonun maliyeti, çıkış stratejisi ve sahadaki değişen dengelere, ittifaklara mukabil açığa düşme riski iyi değerlendirilmeli.
Not: Akademik çalışmalarım sebebiyle köşe yazılarım kısa bir süre için Şalom internet sitesinde yer alacak. Eylül itibariyle basılı gazetede yeniden görüşmek dileğiyle.