“Doğruluk hiçbir zaman siyasal bir erdem olarak görülmemiştir. Yalan ise siyasette her zaman kullanılabilir bir araç olarak görülmüştür.”
Siyasetten hiç anlamıyorum! Daha doğrusu politikacıların konuşmalarını çözmekte, dillerini anlamakta zorlanıyorum. Söyledikleriyle, söylemek istedikleri arasında bıraktıkları boşlukları doldurmak, genelde benim için çok güç oluyor. Bu yüzden farklı görüşlerin ışığında ve tarafsızlığına inandığım yazarların yorumlarına dayanarak, söylenenlerden kendimce sonuçlar çıkarmaya çalışıyorum.
Şimdi olduğu gibi, zaman zaman aklıma şu soru takılıyor:
Uzun yıllardır farklı konularda okumaya, düşünmeye ve birikimlerimi paylaşmaya çalışan biri olarak, siyasetin dilinden anlamadığımı söylüyorum. Peki, ömrü boyunca eline hiç kitap ya da gazete almayan, okuduklarına kafa yormayan insanlar, benim çözemediğim bu dilleri nasıl anlıyor, söylenenlere nasıl alkış tutuyorlar?
Bu soruya inanç etmenini öne çıkarmanın dışında verebilecek bir yanıt bulamıyorum. Kuşkusuz siyasetçilerin kimi politikalarını benimsemek ya da kötünün iyisi olarak görmek, onlardan çıkar ilişkileri sağlamak gibi alt etmenleri de ekleyebiliriz; ama bu ve benzer yanıtların hiçbiri siyaset dilini anladığımızı değil, hangi safta yer tuttuğumuzu gösterecektir. Öyle ki bir insana, bir partiye ya da bir ülküye inandığımızda, söylenenlerden çok söyleyenlere kulak veriyoruz. Bu şekilde sevgi ya da nefret yaklaşımlarımız, kendi duygu ve düşüncelerimizin yansımalarına değil, bizi yönlendirmeye çalışanların sözlerine göre oluşmaktadır. Gerçek ya da yalan, doğru ya da yanlış… İçimizden kaç kişi, siyaset dilini kendi süzgeçlerinden geçirerek yorumlamaya çalışıyor, bilmiyorum. Özellikle doğruluk, erdem, güvenirlilik süzgeçlerinden…
Nitekim Hannah Arendt şöyle diyor:
“Doğruluk hiçbir zaman siyasal bir erdem olarak görülmemiştir. Yalan ise siyasette her zaman kullanılabilir bir araç olarak görülmüştür.”
Bir siyaset bilimci ve felsefeci bu sözleri söylüyorsa, benim bu siyaset dilini anlamakta zorlanmamı hoş göreceğinizi umuyorum! Belki de bu dile yabancı kalmamın ya da bana itici gelmesinin asıl nedeni, bunu kullananlara karşı güvenimin sarsılmış olmasıdır. Beni bu bildiğim sözcüklerle kandırıyorlar, bunlarla yalan söylüyorlar, gerçekleri saptırıyorlar… Bu dille kendimi aldatılmış duyumsuyorum! Politikacıların kimler olduğu, hangi ülkede yaşadıkları çok da önemli olmuyor. Çoğunluğun aynı ortak özelliklerde buluştuklarını, aynı dili kullandıklarını söyleyebilirim.
Bu arada ünlü İngiliz devlet adamı Winston Churchill’in şu sözlerini de anımsatmak istiyorum:
“Politik beceri, yarın, gelecek hafta, gelecek ay ve gelecek yıl neler olacağını söyleyebilme, sonra da bütün bunların neden doğru çıkmadığını açıklayabilme yeteneğidir.”
Churchill’in söylediklerini bir yazardan duymuş olsak ve bunun örneklerini bir yapıtında kurgulasa, bu yeteneği karşısında belki şapka çıkartırız. Oysaki konu kendimizin, çocuklarımızın, ülkemizin geleceği olunca, konuşulan dilin gerçek anlamını bilmek, hakkımızdır diye düşünüyorum.