Geçtiğimiz cuma, sabaha karşı Bodrum’da meydana gelen 6,7 şiddetindeki deprem beni bundan tam on sekiz yıl öncesine, 1999 yılına götürdü. İlk deprem tecrübemdi. Yine bir yaz sabahı, daha doğrusu sabaha karşı 3’te, tam uyumaya başladığım anda başımın döndüğünü zannettim. O gece yurtdışından arkadaşlarım gelmiş, normalde sokağa çıkmayacağım bir gece olan pazartesi gecesi Kuruçeşme’de o zamanlar ünlü olan bir mekânda, misafirlerimle köprü manzarası karşısında bir-iki kadeh içki yudumlamıştım. Deprem başladığında birkaç saniye ne olduğunu anlayamamış ve kalkmamış, sonra o senelerde miyop olan gözlerimle fazla bir şey göremeden kapıya yönelmiştim. Bir deprem esnasında ne yapılacağını bilmediğimizi de ilk o anda düşündüm. Kulaktan dolma tek bilgi olan kapının kirişinde durma olayını gerçekleştirdim. Gözlüklerimi arayacak veya lenslerimi takacak zaman ve imkânım yoktu. O gece Büyükada’daki evde olması gereken babamın son anda vazgeçip İstanbul’da kalması büyük bir şans oldu. Aynı anda Büyükada’da olan annem ve kardeşim depremi çok daha sallantılı geçirmiş, yere düşüp patlama sesine benzer bir ses çıkartan tüplü televizyon yüzünden fazladan da bir korku yaşamışlardı. İkinci deprem tecrübem ise çok uzun yıllar sonra, geçtiğimiz haziran ayında meydana geldi. Bir gün ofisimde bilgisayarda yazarken masam sağa sola sallanmaya başladı. On sekiz sene öncesine göre çok hafif bir deprem tecrübesi idi. Ben masamdan kalkmazken, içerdeki odada çalışanlar depremi farkına bile varmadı. Sadece bir kişi “deprem mi oldu?” diyerek odama girdi.
***
Gölcük depremi olarak da anılan 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen depremde çok can kaybı yaşandı. O günlerde gazetelerde ve televizyonlardaki tartışma programlarında ağızlara dolanan “İnsanları deprem değil, binalar öldürüyor” lafı geçtiğimiz hafta Bodrum ve Kos Adasını etkileyen depremde doğruluğunu ispatladı. Evlerin sağlamlığı, iki katlı veya en fazla üç katlı olması sayesinde Bodrum bu depremi can kayıpsız atlattı. İstanbul’da bu şiddette bir deprem meydana gelse, çıkacak gazete manşetleri ve kayıplarımız korkarım çok daha farklı olacaktı.
***
Doğanın dengesini hepimiz bozuyoruz; oksijen kaynağı ormanları keserek, yeni ve yüksek binalar yaparak, yeni bir fidan dikmeyerek, geri dönüşüm yapmayarak, cam yerine plastik kullanarak, umursamayarak, düşünmeyerek… Sadece ülkemizden de bahsetmiyorum, evrensel olarak durum böyle. Minik bir bebekken başlıyoruz doğayı tüketmeye; binlerce çocuk bezi ve biberonlar, emzikler, plastikler harcamaya. Çocuk bezi kullanmayın demiyorum tabii çünkü günümüzün şartlarında mantıksız. Ancak daha çocukken el ele mahvettiğimiz doğaya daha az zarar vermeyi, geri dönüşüm yapmak ve fidan dikmek gibi ufak adımlar atmayı öğrenmeliyiz. Bodrum’daki depremin doğanın bir intikamı olduğun düşünüyorum. Son on, on beş seneyi incelediğimizde dünyadaki her deprem, tsunami, kasırga, sel ve tüm doğal afetler bize bir uyarı. Tüketim alışkanlıklarımızı, doğa affetmeyecek…