Şanlıurfa Siverek’te Cumhuriyet Meydanında bulunan Atatürk heykeline tahra ile saldırdı bir meczup, “Dinimizde putperestliğe yer yoktur” diyerek. Güpegündüz, hem de İlçe Jandarma Komutanlığının burnunun dibinde böyle bir şeye kalkışmasını Valilik, akli dengesinin yerinde olmaması ihtimaline yormuş (geçen mayıs ayında da Sakarya’da yine bir Atatürk heykeline bu sefer baltayla saldırılmış, dönemin Valisi de yine aynı tahminde bulunmuştu, ne kadar enteresan.)
Atatürk heykellerine put benzetmesi yapılması, türlü türlü cemaatlerin yıllardır yaptıkları sözde ‘eleştirilerden’ biri. Atatürkçü olanlar da putperest oluyorlar böylece. Öyle bir hava estiriyorlar ki sanırsınız Anıtkabir’e gidenler Atatürk’ten ev, araba, iş istemeye gidiyor, çocuğu sınav kazansın diye mezarında duaya duruyor. Şimdiye kadar Atatürk heykeli önünde tapınan birini gördünüz mü; böyle bir toplumsal adet var da biz mi bilmiyoruz? Anmakla tapınmanın arasında fark görmeyenler veya gördükleri halde kasten görmezden gelenlerin sözde ‘fikirlerinden’ gına geldi artık. Kimse Atatürk’ü kutsallaştırmıyor, bunu söyleyen cemaatçiler herkesi kendileri gibi sanıyor sadece. Atatürk bizim kutsalımız değil gurur kaynağımız, en kıymetlimizdir.
‘Gizli tarih’, ‘yazılamayan resmi olmayan tarih’, ‘alternatif tarih’ türevi şaklabanlıklar, Atatürk’ü Anadolu’ya Vahdettin’in gönderdiği masalından Atatürk’ün annesine hakaret etmeye kadar vardı. Bugün Trump için ‘post-truth’ sözünü ağızlarından düşürmeyenler, yarattıkları paralel evreni senelerce millete pazarladılar. Vahdettin’in kendi saltanatını bitirsin diye Atatürk’e çil çil altın sayacağına, İstanbul’dan Samsun’a gidebilmek için bile İngilizlerden vize alması gereken bir Osmanlı subayı olarak Mustafa Kemal’in yanında 40.000 altın taşıyabildiğine gönül rahatlığıyla inanabilen bir kitle, aynı yalanların milyon defa tekrarlanması sayesinde itinayla oluşturuldu. Bunlar Atatürk’ü eleştirmediler, yalanlarla kötüleyerek bambaşka bir Atatürk yarattılar ve peşlerinden sürüklediklerini kendi menfaatleri doğrultusunda bu yalana inandırdılar. Sonuç işte bu tahralı, baltalı ‘deliler.’
Bir de bunların tarihimizle hesaplaşan ‘entelektüel’ dostları vardı. Bu ‘aydın’ vatandaşlar ‘toplum mühendisliği’ vb. havalı birtakım laflarla tarihimizdeki haksızlıkları gün yüzüne çıkardılar ya, en sonunda çıkan manzaraya kendileri de dayanamadılar. Önce masadan kovuldular, ardından eleştire eleştire demokratikleştirdikleri Türkiye’den Yunanistan’a şambrelle kaçacak hale geldiler. Koca bir ömrü kurucu değerlere, Cumhuriyet’e saldırarak geçirmenin sonu memleketinden mülteci gibi kaçmak oldu. İşte bu ‘aydınların’ verdikleri zarar, cemaat evlerindeki sözde din bilginlerinden daha büyük oldu. Deli saçmalarına meşruiyet kazandırıp rezalet projelerinin halkla ilişkilerini yaptılar. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyen Atatürk’ü “Despottu, tepeden inmeci, dayatmacı bir rejim kurdu” diye güya ‘eleştirdiler’, devrimlere isyan edenleri “kıymeti bilinemeyen değerli âlimler” olarak milletin önüne koydular, ama evrim teorisinin müfredattan kaldırıldığı bir Türkiye’yi beğenip de çocuklarını okutmuyorlar. Okulları, kuralları, kanunları ‘baskı’ diye etiketleyip kötülediler, kural tanımadan büyüyen şehirleri su basınca en çok ses yine onlardan çıkıyor, yine en ‘aydın’ onlar oluveriyorlar. Eleştirildikleri Cumhuriyet’in Urfa’da su topu takımları çıkarmayı başardığını görmüyorlar ama bugün yine aynı Urfa’da düzenlenen Yaratılış Kongresi’ne çatıyorlar. Biz bugünlere öyle bir anda gelmedik, sözde aydın cehaletiyle ağır ağır ısıtılarak getirildik. Acıdır ki hala en çok ses bu hiçbir dedikleri doğru çıkmayan ‘aydınlardan’ çıkıyor.
İşe meseleyi doğru okumakla başlayalım. Atatürk heykeline saldırı, herhangi bir heykelin varlığına itirazdan; Atatürk’ü eleştirmek de siyasi bir eleştiriden çok daha fazlası. Hedef Atatürk olduğu kadar laik, modern, demokratik hayatın ta kendisi. Yaşadığımız diğer şeyler, bunların farklı alanlardaki tezahürlerinden başka şey değil. Türkiye’de moderniteye dair ne varsa, Atatürk sembolü üzerinden kestirme yoldan saldırıya maruz kalabiliyor, bu kimi zaman kanunlar, devlet düzeni, kimi zamansa sanat, hatta aşk olabiliyor. Atatürk tüm bu kazandıklarımızı, Türk toplumunu Anadolu’nun kültürel ve tarihi değerlerini temel alarak tabi tuttuğu dönüşümle başardı; bu dönüşüm yıkılan bir devletten, sıfırdan başladığı halde gelişen, muteber bir ülke yarattı. Bu değişim ve yenileşmenin mimarı olan Atatürk, istemezükçülerin de her zaman hedefinde oldu.
Oysaki devir değişmiş, Osmanlı çoktan çökmüş, tüm dünyada yeni modeller hayata geçiyordu; Türkiye’de de bunun mimarı Atatürk oldu. Yeni bir yaşam biçimi, yeni bir sosyal yapılanma Türk insanını hayata, siyasete kattı; kullar vatandaş oldu ve bireysel inisiyatif söz konusu oldu. Vatandaşlık temelinde yeni bir düzeni sağlayan atılımlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri idi. Atatürk gibi bir dehayı anlamamak başka, anlayıp anlamama kaygısı gütmeden saldırmak, hakaret etmek başka şeylerdir. Bugün karşımıza çıkan bu tahralı, baltalı ‘deliler’ ile onların deli saçmalarını piyasaya zerk eden birtakım ‘aydınlar’ ilkinde değil, ikincisinde ortaklaşıyorlar.
Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir tarihsel düzlemde nasıl bir düşünsel birikimin sonucu olduğu, hangi evrelerden geçerek bugünlere geldiği asıl konuşulması gereken şeydir. Yoksa Atatürk’ü eleştirmek öyle kolay kolay kimsenin harcı değildir. Ne demiştik, “Atatürk’ü savunmakla mükellefiz.”