Belki de yeniden kurgulamalı yaşamı. Şu anda. Kaosun hüküm yutan sürdüğü, kişisel ve toplumsal bireyselleşmenin, -kendi kendini Ouroburos misali- bütünün üzerinde zirve yaptıktan sonra, artık kendini yakıp yıkmaya başladığı tam şu anda, aynı bireyselliği kullanarak bütünü yeniden yaratmak üzerine kurgulamalı.
Gözü dönmüş, her an kavgayı, savaşı, kini, nefreti kullanarak kendini ötekilerin üstünde zirveye çıkarmaya bakan bu canavarın herkesi ötekileştirirken, kendini de ötekilerin gözünde ötekileştirdiğini fark etmesinin zamanı gelmedi mi artık?
Kültür ve Turizm Bakanlığımız dayanaksız bir çalışma olduğunu ileri sürse de, Forbes dergisi temmuz sayısında canım ülkemiz, Türkiye’mizi dünyada kadınlar için en tehlikeli ülkeler sıralamasında ilk 10’a yerleştirmiş. Araştırmalarda, ülkemizdeki mutsuzluk oranı da, savaş ülkelerinin bile üzerinde çıkıyor. Bireyselleşme, kişinin kendisini değerli, özel ve başarılı hissetmesini sağlamak amacıyla yola çıkmış olsa bile sonuçta mutsuz, arsız, kavgacı bir toplum yaratmış.
Bilmeden, işin gerçeğini öğrenmeden konuşuyor, hareket ediyoruz. Konuştuğumuz dili tanımıyoruz. Dövmek için midir dil? Şarkı söylemek için midir? Dil hapsedilebilir mi? Şarkı mı söyler? Anlaşmazlıkların kaynağı mıdır? Yoksa konuşa konuşa mı anlaşır insan? Ağızdan ağıza, değişir mi aynı sözler? Bir köprü mü kurar dil insanlar, toplumlar arasında? Yoksa bir duvar mı örer öteki ile aranızda, ötekini hapsederken kendinizi daha da küçük bir odaya mahkum ettiğinizi fark etmeden? Emir vermek için midir dil? Yoksa sevmek için mi? Bilmediğimiz dilde konuşanı sevebilir miyiz? Tek kelimesini bile bilmeden, anlaşabilir misiniz yanınızdakiyle?
“Şehirlerde diller eskiyerek çürür, adlandırdıkları şeyler ve kurumlar gibi. Hayatlarını bir ölçüde zamanın dışında sürdüren göçebeler dillerini daha iyi korur; zira pastoral varoluşlarında yanlarında taşıyabildikleri tek hazinedir. Göçebe kendi dil mirasının kıskanç muhafızıdır” diye Titus Burckhardt (Sidi İbrahim İzzeddin) alıntılanıyor Salt Galata’da Berlin merkezli Slavs & Tatars kolektifinin ‘Ağızdan Ağıza’ Sergisinin kitapçığında. “Oluşum, 2006’dan beri sürdürdüğü sanat pratiğinde Almanya’da eski Berlin Duvarının doğusu ile Çin Seddinin batısı arasında kalan Avrasya Coğrafyasına dair polemikler ile yakınlıkları inceler.” Ağızdan Ağıza sergisinde, batı dillerinde olmayan ‘Kh’ sesinin üzerinden “kültürel yorumlamalardaki farklılıkları, müşterek dil ile bugünün toplumlarında mistisizm algısını irdelemekte ve sesin ayrı coğrafyalarda bambaşka şekillerde yazılması ve anlamlandırılması gibi, uğradığı kentlerin kültür ve diline özgü göndermeler yapmakta.”
Doğrudan yüreğe bağlı bir organ olarak düşünmek de mümkün dili... Yüreğinizde ne varsa, onu söyler, onu yaşarsınız çünkü. Yüreğinizde acı varsa, acı bir dünyada yaşarsınız. Sevgi varsa yüreğinizde sevgi dolu bir dünyada yaşarsınız. Mutsuzluk varsa? Öyle bir mutsuzluk ki ülkenizi dünyanın en mutsuz, en güvensiz ülkeleri arasına taşımış? Dilimizden ve yüreğimizden mutsuzluğu ve güvensizliği söküp atmanın zamanı gelmiştir belki de...
Bir kişi yeter. Bir yaşamı değiştirmeye bazan bir kişi yeter. Mutluluk üzerine yapılan araştırmalar, paylaşmanın, yardım etmenin, kendiniz de mutsuzken ihtiyaçlı birine (maddi olması gerekmiyor) manevi destekte bulunmanın en derin mutluluk kaynaklarından biri olduğunu söylüyorlar. Görüyoruz, yaşıyoruz, maddi başarı mutluluk getirmiyor. Nitekim bir dolu başarılı sanatçının intiharlarını okuyoruz medyadan. Ötekileştirip birilerine bağırmak, küçümsemek, küfretmek de mutluluk getirmiyor. Bir an egonuzu okşuyor. “Bak nasıl da yapıştırdım cevabını, otursun oturduğu yerde” dedirtiyor, kabartıyor ensenizi belki ama mutluluk getirmiyor.
Kızılay’ın açmış olduğu ilk yardım eğitimine katıldık geçtiğimiz ay. Ne kadar çok ‘doğru bildiğimiz yanlış’la yaşadığımızı öğrendik. Oysa bir hayat kurtarır ilk yardım. Bir hayat kurtarmak, sadece bir insanın değil, tüm ailesinin yüreğinde şükür ve teşekkür yaratır. Ve bir kişi yeter. Bazan, olumsuz bir durumdan yanınızdaki sevdiğiniz bir canı, bir komşunuzu ya da hiç tanımadığınız bir kişiyi korumak, acil yardımı doğru bilgilendirme ile çağırmak bile bir yaşam kurtarır. Daha yuva yaşlarından itibaren tüm okul hayatı boyunca çocuklarımıza öğretilmesi gereken en önemli şeyler arasında ilk yardım. Bilme sorumluluğumuz var. Bilmek ayrı bir uygulama sorumluluğu ile birlikte geliyorsa bile, bilme sorumluluğumuz var. Kendimize, ailemize bir arada yaşadığımız tüm insanlara karşı sorumluluğumuzdur bu. Okullarda verilmiyorsa, bizler gidip bulmalıyız. Bir kişi yaşamı değiştirir. Daha eğitime başladığınız ilk anlardan itibaren dilimizi değiştirir ilk yardım. Kızgınlık ve nefret dilini değil, sevgi dilini konuşturur. Ve ne kadar çok kişi sevgi dilini konuşursa, o kadar mutlu bir toplum yaratırız yürekten ağıza, ağızdan kulağa, kulaktan yüreğe, el ele, hep birlikte.
Meraklısına not:
* Salt Galata’daki Ağızdan Ağıza Sergisi için son gün 27 Ağustos.
* İlk yardım eğitimini biz Kızılay Kağıthane’den aldık. Eğitim salonuna çıkan merdivenler biraz sıkıntılı olabiliyor, ama eğitmenlerin ilgisi ve yönlendirmesi başarılı. Başvuru için link de burada: https://www.kizilaykagithane.org.tr/index.php/basvuru/