Bugünün Türkiye ilişkileri deyip yazıyı burada bitirmek de bir seçenek olurdu. Ancak anlatıp risk almak gerek. Istırabı kalemin ucunda tek dişi kalmış bir canavar gibi sallandırmak gerek. Hatta kendimize ne oluyor sahi bize demek de gerek!
Hayatı uzaktan seyredenlere inat, bize kim olduğumuzu anlatmak için çırpınan dünyaya inat hem de...
Kelime anlamı itibariyle zorla ele geçirmek olarak anlayacağımız istilayı bugünün ilişkilerine modelleyeceğim daha önce aklıma gelmezdi. Çıplak gözle görünceye ve emin oluncaya kadar... Hani uzun zamandır her şeyin olağanca vasatlaştığını hatta basitleşmekten öte tüm zarafetini kaybedişini izliyoruz ya... İlişkileri de bu konudan ayrı tutmak artık mümkün değil.
Düşünün, belki bir 10 yıl öncesinde sokaklar kahkahaların asayişindeydi. Bugün sokaklarında ise yerini ekstra güvenlik önlemleri, gece kulübünü tarayabilen olaylar aldı. Şuh kahkahalar şehri terk etmiş gibi buhar oldu. Evet, seküler kesim yenildi, yaşam tarzında daracık kalıpların içine sığmak zorunda kaldı ve gücünü yitirdi. İşe yarayan herkes işsiz kaldı. Eskiden Türkiye’nin normalleştiğini savunanlar ise ya aklını yitirdi yahut bugünün hapishanelerinde tahliye günü bekliyor.
Kabul etmek lazım ve hatta açık açık dile getirmek! Ülke travmatik bir değişimin eşliğinden geçti. İşin kötü yanı geçmeye devam ediyor. Fakat İyi yanı hala umut var. Nefes aldığınız sürece... Hayat kendi yolunu elbet bulacak ama asıl soru: tüm bunlar olurken kendimize olan zarafetimizi de yitirmemiz gerekiyor mu?
Soru zor çünkü ev yanarken hangi zarafeti düşüneceksin diyenleri elbette duyuyorum. Fakat sokağa çıkmak yerine Bodrum’a tatile giden ya da aman konforum, rahatım, işim kaçmasın diye susan kocaman bir kitle var. Hayır, suçluyor da değilim ama şikayet duyunca aklıma geliyor. Engelleyemiyorum...
Neyse istilacılık çağı diyordum!
YouTube videolarına bakıyorum. Yeni yükselen tarza göre bazı kesimler sözde siyaset analizi yapıyorlar. Öyle kaba öyle nobran dökülüyor ki kelimeler dudaklarından, izlemeye devam etmek mümkün değil. Vücut dili kabadayılıktan hallice... Evrensel dil desen o ne hiç haberdar olmamış. Konuşmasının sadece hitap ettiği kitleye ‘gaz’ vermekten başka bir etkisi kesinlikle yok. Sanırsın birileri ortaçağ zihniyetini hortlatmak için çabalıyor didiniyor. Sınırı elbette böyle çizmek mümkün değil. Ama görmezden gelemeyiz!
Öte yandan hepimizin içinden geçtiği kadın-erkek ilişkilerine gelelim. Hani sevimli flörtü, meşhur tatlı oyunları diye bildiğimiz. Kadın naz yapardı, erkek peşinden giderdi. Böyle tatlı bir kovalamacayı eski moda diye yorumlayanlara lütfen gülün. Çünkü bunun modayla yakından uzaktan alakası yok. Hepsi kadın ve erkek olabilmenin tadı ve zarafetiyle ilgili. Düşünsenize, güzel bir yemek için sizi evinizden alan, ceketinizi size giydirmek için tutan, üşüdüğünüzde kendi ceketini size veren ve kapınızı açan bir centilmen! Sorunlarınızla ve sorunlarına rağmen sizi kucaklayan, “şu an bağlanmayı düşünmüyorum” demeyecek kadar zarif yahut bunu duyduğunuzda kapıyı çarpıp çıkacak kadar cesur olan sizler, neredesiniz? Eski siyah beyaz filmlerden bahsetmiyorum. Hayatımızda istilacı gibi aceleye getirmediğimiz, olgunlaştırdığımız duyguları soruyorum. Bizi mutsuz edecek istilacı her türlü değerlerden koşarak uzaklaşmak gerektiğini hatırlatıyorum.
İyi de kim bu istilacılar ve hayatınızdaki istilacıları nasıl tanıyabilirsiniz?
Size iyi hissettirmeyen ve sizden sürekli bir şeyler alıp kaçıyormuş gibi davranan herkes bizzat istilacınız oluyor. Siz de kurbanları. Ama hemen üzülmeyin hiç birimiz masum değiliz. Aynı döngü bizim için de geçerli. Bizim de istila ettiğimiz hayatlar, insanlar ve durumlar var. Sürekli bir şeyler beklediğimiz ilişkiler, bana şöyle davranmalıydı dediklerimiz, bizim için fedakârlık istediğimiz biriciklerimiz. Çoğu zaman gerçekten ne demek olduğunu bilmediğimiz paylaşmak kavramı bile...
Çemberin biraz uzağında kalanlar ise reklamlar, diziler, alışveriş merkezleri, kredi kartları, başkalarının hayatlarına duyulan aşırı hayranlık, kendin olmayı seçmediğin her şey hayatını istila ediyor.
Hatta geçmişte o yaşadıkların var ya hani hiç unutmam diye başladığın cümleye gizli olanlar! İşte onlar da senin istilacıların.
Erkeği, kapma yarışına dönüştüren istilacı kadınlar ya da kadının vücudundan bir parça daha kopartabilmek uğruna istilaya geçen adamlar... Sahi mutlu muyuz? Cevap evet olsaydı birbirimizden feci halde şikâyet ediyor olmazdık. Gül gibi geçinip giderdik. Lakin zarafeti kaybettiğimiz yerde kendimizi çoktan unuttuk. Haliyle zarif denince aklına kıyafet ve görünüş gelen tuhaf insanlara dönüştük. Yeni trende göre hep kapmaya çalışıyoruz. Ne olduğu önemli değil. İş, adam, kadın, şans, koltuk, park yeri, sıra, alkış, ödül, en iyi masa, en iyi oda, arkadaş, para ve saymakla bitmeyen istilası yaşamları kaparak sürüyoruz. Varlığımızı zarafetle yücelten yanlarımızı yitirdiğimizden beri de aynı döngüde çırpınıyoruz.
Üstelik farkında değiliz ancak hepimiz kendi kabalığımız tarafından her gün defalarca istila ediliyoruz.