Yıldızlar gibidir geçmiş hayatlar geleceğin insanına. Bugünün aydınlık gökyüzünde tek tük görünen yıldızlara benzer ailelerde anlatıla gelen hikâye kırıntıları. O bilgi parçacıklarını araştırıp inceledikçe önce dallanıp budaklanır; derken ekledikçe birbirine bir ipe dizilen kurutulmuş bamya misali derlenir toparlanır anlatılar. Yavaş yavaş sönükleşir günümüzün yavan ışıkları, yerini karanlık bir gecede ışıl ışıl parlayan yıldızlar misali sizinle konuşan, içini döken, yüreğini açan derin ve heyecan verici bir masalı anlatan hikâyeciye bırakır. Yeter ki sevgiyle besleyin o gizleri. Yeter ki anlatılmayan, saklanan, unutulmuş ya da üstü kapatılmış hikâyelerin bir gün hatırlanma umuduyla geride bıraktıkları silik salyangoz izlerini sabırla, sebatla takip edin. İşleyin geçmiş hayatların size sunduğu inci tanesi hediyeleri dantel dantel beyninizde, yüreğinizle, ruhunuza.
İşledikçe geçmiş yaşam örüntülerinin adım adım bugünü oluşturan bir yorgana dönüştüğünü göreceksiniz. Karşınıza çıkan her bir tarihin, her bir ismin, her bir detayın inceden sizi yarattığını deneyimleyeceksiniz. Kendinizden yeni bir siz yaratmak gibi.
Ve o öykülerin bugüne ne bilgelikler taşıdığını göreceksiniz.
Köprü olacaksınız öyküleri topladıkça geçmiş ile gelecek arasında…
Böyle bir misyonu var toplum müzelerinin. Resmi tarihten bahsetmiyorum, o bir şekilde kazınıyor insanların beyinlerine... Ama gündelik anlarında değerli bin bir detayı içeren, ancak bir şekilde unutulan ya da tabu addedilerek gizlenen, anlatılmayan, yaşam hikâyeleri sözünü etmek istediğim.
Başımdan büyük bir işe soyundum son günlerde. Dünyanın II. Dünya Savaşı döneminden beri yaşadığı en büyük göçleri yaşayan yaşlı dünyamızda zaten göçlerle dağılmış ailemin gelecek nesillerinin de göçler yaşayabileceği kaygısıyla geçmişimle yarınımın arasında belki de köprü olabilecek son kişilerden biri olduğumu fark ettim. Ailemin gelecek nesillerine, geçmişi derleyip toparlayıp aktarmakla yükümlü olduğumu idrak ettim. Uzun süreli, uzun soluklu bir yolculuk bu, daha en başından itibaren beni zamanda ve mekânda dolaştıran... Ne sırlar çıkacak kim bilir açığa, ne hikâyeler oluşmak üzere tomurcuklanıyorlar.
Yüzyıl öncesinden fotoğraflara bakarken, bazan arkalarındaki kısa notlardan yola çıkarak, bazan sadece tahminle, hikâyeler... Sözler... El yordamıyla... Kaybolmuş, unutulmuş bilgelikler...
Fotoğraflara bakarken aklımdan geçiyor... Ciddi bir göç dönemi yaşıyor dünya. Ciddi bir göç dönemi yaşıyor toplumumuz... Burada yaşanmış, bu topraklarda beslenmiş, bu toprakların suyuyla, kokusuyla, yağmuruyla bezenmiş ve bu toprakların bilgeliğiyle donanarak yaşanmış, açığa çıkmış birçok an sonsuza ermek niyetiyle fotoğraflanırken, göçler ve ölümler sonrasında o fotoğraflar ya da bu topraklarda şekle şemaile bürünmüş kültür objeleri daha kaç nesil anlamını yitirmeden içerdikleri bilgileri aktarabilecekler yeni gelenlere. Bilgiler öğreniliyor bir şekilde okullarda. Oysa insanı insan yapan, insanı insana sevdiren aile içi yaşamlar. Ağaçlar gibi ancak geçmişle sıkı bağlantılı kökleri olanlar, daha sağlam kültür, görgü ve deneyimi taşıyabiliyorlar geleceğe.
Yılların karanlığına gömülmüş hikâyelerin izinde dolanırken, görüyorum ki, geçmiş zamanların izinde, evlerimizde bulundurduğumuz fotoğrafların, objelerin gün gelip eskicilerin kalabalık tezgâhları arasında kaybolmaları işten bile değil. Bunun yerine müzemizle mi paylaşmalı bunları? Orijinallerinden ayrılmak istemiyorsak bile, kendi isimlerinizle geleceğe kaydedilmek üzere fotoğrafların kaliteli kopyalarını, kültürümüze özgü objelerin fotoğraflarını; mümkünse hikâyeleri ile birlikte... Düşünsenize yıllar sonra torunlarımızın torunlarından biri, yolu düşüp de müzemize geldiğinde ailesinin geçmişini buralarda bulması nasıl güzel bir heyecan olacaktır.
Meraklısına değil bu sefer ama Sayah, Carasso ve Benmayor büyüklerimi tanıyanlara not: Onlarla ilgili anlatacağınız hikâyeler varsa, her birini dinlemeyi çok isterim. Bana mail adresimden lütfen ulaşın.