“Mavi Marmara Olayı’nın yaşandığı günler… Lise birinci sınıftayım. Yıllarca beraber okuduğum sınıf arkadaşlarım o sabah meraklı gözlerle beni beklemekteler. Ne olduğundan habersiz herkese “Günaydın” deyip yerime geçmişim. Dersin başlamasına birkaç dakika var.
“Mavi Marmara Olayı’nın yaşandığı günler… Lise birinci sınıftayım. Yıllarca beraber okuduğum sınıf arkadaşlarım o sabah meraklı gözlerle beni beklemekteler. Ne olduğundan habersiz herkese “Günaydın” deyip yerime geçmişim. Dersin başlamasına birkaç dakika var. En yakın arkadaşlarımdan biri beni kolumdan tutup tepki göstermeme fırsat bırakmadan sınıfın ortasına getiriyor. Herhalde kızlar kendi aralarından yeni bir oyun buldular diye bir açıklama bekliyorum. Yaklaşık sekiz-on arkadaşım el ele verip etrafımda bir çember oluştururken, içlerinden biri de tahtadan aldığı tebeşirle bulunduğum noktanın etrafına kocaman bir Davud yıldızı çiziyor. Kendi arkadaşlarımdan bana ne tür bir kötülük gelebilir ki? O anda sınıfa giren öğretmen yerde çizilen sembolü görüp beni tuttuğu gibi hızla dışarı çıkarıyor. Bir süre rehberlik odasında bekliyorum. Bu esnada öğretmen tek tek öğrencilerle görüşme yapıyor ve ardından da konu kapatılıyor. Tanımadığım insanlar değil, en yakın arkadaşlarımın da içinde olduğu sırlarımızı paylaştığımız sınıf arkadaşlarımın neden bunu yaptıklarını yıllar geçse de çözemedim. Bir daha ne bu konuyu kendilerine açtım, ne de onlar bahsedebilecek yüzü kendilerinde bulabildiler. Bugün bana ‘Yahudi olarak eğitim hayatınız boyunca hiç ayrımcılık gördünüz mü?’ diye sorsalar ilk aklıma bu yaşadıklarım gelir. Evde küçükten beri Yahudi olmayanlarla arkadaşlıklarımızda dikkatli olmam tembihlendiyse de neden bahsettiklerini o gün anlamıştım.”
Yukarıda sizlerle paylaştığım olayı genç bir arkadaşımdan ilk dinlediğimde tüylerim diken diken olmuş, ama kendisinin soğukkanlılığını anlayınca bir kez daha ne kadar kuvvetli bir karakteri olduğunu düşünüp, daha fazla detay sormak yerine kaleme alabilmek için izin istemiştim. Şimdilerde kariyerine emin adımlarla ilerlediğini gördükçe mutlu ama bir o kadar da hüzünlü bir şekilde bizler adına sadece “özür dileyebiliyorum.” Peki ya sadece Moiz’de mi vardır bu topraklara ait “Öteki” hikâyeleri? Ah bir sorsanız Yorgo’ya, Hayko’ya, Rojbin’e size o hoşgörü ezberlerinizi bozacak daha ne olaylar anlatırlar… Neden tarihi hep bizlere anlatılmak istenildiği gibi öğrenmişizdir? 6-7 Eylül 1955 Olayları’nı en entelektüel görünenlerimiz bile kimi zaman Beyoğlu’ndaki zengin Rum ağırlıklı tüccarların mallarının yağmalanması özetinde bilir. O günlerde Beyoğlu Zoğrafyon Rum Lisesinde okuyan Niko kim bilir neler hissetmiştir? Okullarımızın ders müfredatlarına yakın tarihimizde yaşanan acı olayları objektif bir dille eklemezsek ne zaman inşa edebiliriz o çok özendiğimiz, anlata anlata bitiremediğimiz kültür mozaiğimizi? Ne zaman öldürülenlerin ölümü hak ettiğine inanmaktan vazgeçip gerçekleri konuşmaya başlayacağız? Siyasilerimiz düşünmeden söyledikleri ötekileştirici söylemlerin genç beyinlerde ne denli tahribatlar yapabileceğini, bunun geleceğe etkilerini ne zaman fark edecekler? İlk nerede çizilmişti kaderimiz? Azınlıklıklarımızı bir daha geri dönmemecesine ne zaman kaybetmiştik? Hrant Abi’yi vurduğumuz gün müydü yoksa? Ya da Varlık Vergisi, Trakya Olayları mı? Peki ya 1964 Sürgünü? 62 yıl sonra utanmadan 6-7 Eylül’ün acı hatıralarını anımsatırcasına ibadethanelere saldıranlar bilmezler miydi Beyoğlu’nun o günden sonra bir daha lanetinden kurtulamadığını? Onlar gittikçe biz tükendik. Kamburlarımızı sakladıkça, özür dilemek yerine bu ülkenin azınlık toplumlarına saldığımız korkuyu unutturmaya çalıştıkça, gittikçe azaldık. Bu coğrafyada başkalarının özrü ve barışçılığı ile vicdan rahatlaması yapanlar bir defa olsun kendi halkına yaptıklarından pişman olmadılar. Sonrasında da geç kaldığımızı fark edip aramızdan birileri “Belki de sıra bize geliyor dostlar, şimdi konuşma vaktidir” deme cesaretini gösterdi. 6-7 Eylül için yıllar sonra “Çok iyi bir organizasyondu” diye itiraf edebilen başrol oyuncularına bile rastladık. Peki ya kimdi gerçek vatanseverler? Çekinmeyelim zaten kaç kişi kaldık ki? Hadi açalım kapılarımızı, bundan tam 62 yıl evvel Kurtuluş’un yokuşlarında, Beyoğlu Ağa Camii Sokağında, İstanbul’un muhtelif semtlerinde, Adalar’da, İzmir’de, Anadolu’da yaşananları gelecekte çoğulcu bir yaşam inşa etmek için anlatalım. Barış halen mümkün!