Muzaffer İzgü de yüreğimde bir boşluk bırakarak aramızdan ayrıldı.
İyi bir yazarı, sevecen bir insanı, bir dostu yitirmenin acısı var içimde.
Onu, daha ilk öykülerini yayımladığı Akbaba adlı gülmece dergisinden bu yana izliyordum. Önce sürekli okuyucusuydum, sonradan onunla dost olmanın onurunu yaşadım. İşyerimin yakınından her geçişinde mutlaka uğrardı. Yazdığı öykü, roman, anı ve oyunları bizi her zaman güldürmeyi ve düşündürmeyi sürdürecektir. Bunların yanında birçok yazar arkadaşımın da onunla ilgili sayısız anıları olduğunu biliyorum. Ancak yıllar önce benim yaşadığım, yalnız Muzaffer İzgü’nün değil, içinde Nesim Eskin’in de yer aldığı bir anıyı paylaşmak istiyorum.
Tanımayanlar için önce Eskin’den birkaç söz edelim:
Onu ben 1970’li yılların başından, benim de zaman zaman yazdığım Varlık Dergisi’nde yayımlanan şiir ve çevirilerinden tanıyordum. Sonradan İsrail’e göç etti. Orada bulunduğu süre içinde, yaptığı çevirilerle Türk Edebiyatını İsrailli okuyuculara tanıtmaya çalıştı. Ölümüne kadar Türkçe şiir yazmayı sürdürdü. Hiç bir araya gelme fırsatımız olmadığı için hayıflanırım, ama son günlerine kadar telefonla, mektupla iletişimimizi sağladık.
Gelelim İzgü ile Eskin ilişkisine…
Bir gün Sevgili İzgü, işyerimde ziyaretime gelmişti. Çaylarımızı içerken günlük konulardan, yeni kitaplarından söz ediyorduk. Bir ara nasılsa o anda aklıma gelen bir konuyu paylaştım:
-İsrail’in Efraim Kishon gibi ünlü bir yazarı var ve toplum onun kitaplarına çok ilgi gösteriyor. Seninkiler de çevrilebilse ne iyi olurdu!
Önce bana nasıl olur gibisinden baktı. Sonra da ona İsrail’de çeviri yapabilecek bir dostumun bulunduğunu, isterse yaşam öyküsünü anlattığı Zıkkımın Kökü’nü yollayarak bir adım atabileceğimizi söyledim. Sevindi. Birkaç gün sonra Nesim Eskin’e ithaf edip imzaladığı bir kitabını bana bıraktı, ben de onun İsrail’deki adresine gönderdim.
Üstünden ancak bir hafta geçmişti ki, gece vakti bir telefon: Nesim Eskin arıyor! Sesi hem coşkulu, hem ağlamaklı… Doğrusu hem meraklanmış hem de heyecanlanmıştım. Daha sesimi duyar duymaz,
-Avram dedi, biliyor musun Muzaffer’in kitabında anlattığı Adana’daki çocukluk arkadaşı Niso var ya, o ‘ben’im! Daha elime alır almaz tüm kitabı soluk almadan, kimi satırlarında gülerek, kimi yerinde de ağlayarak okudum. Bu nasıl güzel bir rastlantı ki, sen benim çok eski bir arkadaşımla bu bağı kurabildin!
Doğrusu ben de şaşırmıştım. İki çocuk Adana’da büyümüşler sonradan yolları ayrılmış. Bir daha hiç görüşmemişler. İzgü birçok işe girip çıkmış, öğretmenlik yapmış, en son da İzmir’e yerleşmiş. Türkiye’nin ünlü bir yazarı olmuş. Eskin ise önce İstanbul’da yaşamış, sonradan İsrail’e göç etmiş. Bu anı kitabı vesilesiyle ben bu iki insanı bir araya getirmişim! Büyük bir rastlantı, ama dünya küçük!
Eskin’in telefonundan sonra Muzaffer Abi’yle onu görüştürdüm. Karşılıklı ne çok anlatacakları varmış!
İki güzel insandan geriye yalnızca anıları kaldı.