“Komşuda pişer, bize de düşer” demiş atalarımız. Göz hakkı denir ama adı hiç konmamışsa da koku hakkıdır bana sorarsanız. Öyle ya görmeyiz aradaki duvar yüzünden komşuda pişeni mutfak pencerelerimiz karşılıklı gelmediği sürece. Ama kokusu gelir tüter burnumuzda... Hele zor, hele yoğun bir günümüzdeysek... Hele güçsüz düşmüş de girmemişsek o gün mutfağa... Bir zil sesi nasıl da canlandırır insanı. İki dakika diye düşünerek kapınızı bile kapatmadan çaldığınız kapı önünde dakikalar dakikaları kovalar, hal hatır sormalarla yetinilmeyip, nice hayaller heyecanla anlatılır, nice acılar dile gelir ayak üstü.
Gidişler olur, apartmandan, mahalleden, ülkeden... Acıtır yürekleri. Bazan da taşınmasıdır yeni bir komşunun kapınızın dibine, yüzünüzü güldüren, yüreğinize ışıldayan.
Her birimizin ötekileştiği, ekonomik çöküşlerin, dünyayı saran göç dalgalarının sonucundaki sosyal değişim ve dönüşümün komşuluk üzerindeki etkileri, belki de biten veya artık geçerli bir misyonu kalmadığı düşünülen ortak mahal paylaşma komşuluğu gözler önüne serilirken, duvarların kalınlaştığı, sınırların kapadığı bir dönüşüm yaşanmakta. Oysa görünen farklılıkların altında hep ortak korkular, ortak duygular, ortak acılar, ortak sevinçler yatar. Komşu, arada bir duvar da olsa, aynı mekânı paylaştığınız, ortak dertlerden mustarip, bayramları birlikte kutladığınız, hastalığında bir tas çorbasını kaynattığınızdır. Arada bir sınır da olsa, aynı havayı soluduğunuz, etkileştiğiniz, aynı ezgileri mırıldandığınızdır... Bir kahvenin bile kırk yıl hatırı varsa, kahve saatlerini paylaştığınız komşunun hatırı tükenir mi hiç? Demem o ki, hepsinin ötesinde en yakınızdakilerdendir iyi bir komşu, hatta belki de yaşamın genelini birlikte yarattığınızdır.
Dayanışmadır komşuluk... Bazan sandalyelerdir nişan evine taşınan yan kapıdan. Bazan da -istemesek de- kızgınlık olabiliyor, nefret olabiliyor, ötekileştiriyorsak duvarın ötesindekini, sınırın ötesindekini... Oysa aynı şeylere acır insanın yüreği sınırın ya da duvarın ne tarafında olursa olsun, aynı şeylerle coşar. Aynı şeylere güler her insan. Aynı şeylere ağlar.
Biliyorsunuz, bu hafta halka açılan 15. İstanbul Bienalinin teması iyi bir komşu... 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi de bu sene bienale ‘komşu’ birkaç etkinlik düzenledi. Bu etkinliklerden biri de çarpıcı çalışmaları ile farklı etnik, kültürel ve sosyal geçmişten gelen 12 fotoğraf sanatçısının eserlerinin Rubi Asa’nın küratörlüğünde yer aldığı ‘Komşu Kapısı Can Kapısı’ Sergisi. Sergi, yaşadığımız coğrafyada zaman içinde yeşermiş kültürlerin ortak zenginliğimiz olduğu düşüncesinden yola çıkarak kaybettiğimiz değerlere bir ağıt, gündelik yaşamda bir paylaşım, belki de gitme zorunda kalanlara bir veda... Ama aynı zamanda kültürel etkileşimleri ve birlikte yarattığımız kültürel ortak zenginliğimizi fark etme çabası. Gönül gözüyle baktığımızda, öteki dediğimiz komşumuzun bizden o kadar da farklı olmadığını görme şansı.
2016 Ocak ayında yeni yerine taşınmasıyla birlikte İstanbul’un kültürel yaşamında daha aktif bir şekilde yer alan 500.Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi interaktif etkinliklerle Türk Musevi Toplumunun yüzyıllardır vatan bildikleri bu ülkeye ekonomik ve sosyal katkılarını, tarihlerini, yaşamlarını, toplumsal, sosyolojik ve tarihi bir perspektiften yerli ve yabancı ziyaretçilerine tanıtmanın yanı sıra, bu topraklarda yeşermiş tüm kültürlerin ortak kültür zenginliğimiz olduğunu vurgulamakta. Bir çekince duyuyorum Musevi olmayan arkadaşlarımdan son zamanlarda, “Biz de gelebilir miyiz, bize de açık mı kapılarınız?” Oysa ziyaretçisidir biraz da bir müzeyi müze yapan... Tekrar tekrar farklı etkinliklerde kapısını aşındıran, maddi manevi katkıda bulunan. Ziyaretçisidir müzeyi ayakta tutan, yöneticileri ve çalışanları kadar. Dostu, komşusudur ziyaretçisi her müzenin. Bir anlamda can kapısıdır yeniden gelen ziyaretçiye müze. Bizler eksik ettikçe yaşamlarımızdan tiyatroları, müze gezmelerini, sanatı, etkinlikleri onlar da bizlerle eksiliyorlar. Bizler dahil oldukça da kültürel yaşama, onlar da bizlerle yeşeriyor, bizlerle çiçek açıyor, bizlerle zenginleşiyor şehrin kültürel yaşamı.
O yüzden, bienal ana mekanlarının yanı sıra ‘komşu’ etkinliklere de bir uğrayın derim. Bu kapıların ardında bir can komşu sizi bekliyor çünkü.