Tarihçi Prof. Bernard Lewis’in ‘End of Modern History in the Middle East – Ortadoğu’da Modern Tarihin Sonu’ başlıklı kitabına yazdığı önsözde, Lübnan asıllı Ortadoğu uzmanı Prof. Fuat Ajami, Lewis’in yapıtlarından, tarihin gücü ile ilgili şu sonucu çıkardığını ifade eder:
“Yanlış anlaşılmasın, geçmişleri ile yüzleşmekten kaçınanlar günümüzü anlayamayacakları gibi yarınları karşılamak için de donanımlı olmayacaklardır…”
Böylesi bir tespite katılmamak mümkün değil. Günlük koşuşturmalar içinde, sorunların kaynaklarından söz edildiğinde, geçmişe mazi derler yaklaşımı ile olup bitene sırt çevirmek, geleceğe taşınmaması gereken sosyal hastalıkların tedavisi sürecinde, sokaktaki adamın – farkında olmadan – ayağına dolanacak bir arızadır.
Eylül ayı, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, kin ve nefret, toplum mühendisliği başlığı altına konabilecek birçok olayı içinde barındırıyor. İşte bazı örnekler:
1971 Eylülünde Ürdün kuvvetleri ile Filistinliler arasında baş gösteren çatışmalar sonrasında El Fetih’ten ayrılarak bağımsız bir birim olarak hareket eden Kara Eylül’ün, bir sene sonra, 1972 Eylülünde Münih Olimpiyatlarında, İsrail kafilesine karşı düzenlediği ölümcül saldırı… Terörün siyasi amaçlara ulaşılması sürecinde bir araç olarak kullanılması, esas itibarı ile, o amaçların peşinde koşanları hedeflediklerine kavuşturmamıştır, ancak dikkat çekmiştir…
1935 Eylülünde, Nasyonal Sosyalist Partinin Nürnberg’deki büyük toplantısında ilan edilen ırkçı yasalar hayatı Yahudilere yaşanmaz kılarken, öncelikle olup bitenle alay edercesine Kristal Gece olarak adlandırılacak, Kasım 1938 pogromuna kapı aralar, sonrasında da Nihai Çözümün önünü açar… 6 milyonun benzeri görülmemiş bir kinin öznesi olması! Bunun arkasına inşa edilen kocaman bir endüstri… Ve bunun o Eylül yasalarına göre meşru olması…
Büyük savaşın sonrasında, onca yitip gidenden ders alınmamışçasına yaşanan başka bir pogrom, 6-7 Eylül olayları… Üzerinde yaşadığımız toprakların gördüğü akıl almaz, bize yakışmaz olayları... Yıllardır dünyanın orasında burasında, siyasi erkin almaktan kaçındığı – veya çekindiği – kararların de facto uygulanması için karanlık gruplara ihale ettiği, zaman zaman kontrol ettiği, bazen de kontrolünden çıkan pogromların bir örneğinin Türkiye’de yaşanmış olması elbette hiç unutulmaması gereken bir durum…
Yine bir Eylül günü: 11 Eylül saldırıları… Başkan Bush ve birçok Batılı siyasetçi için, üçüncü binliğin hemen başında, bu korkunç saldırılar sonrasında girişilen mücadele teröre karşıdır. Bu savaş Araplara – ya da daha geniş bir anlamıyla – İslam âlemine karşı değildir. Oysa cihadı siyasi bir kaldıraç olarak gören Usame Bin Ladin ve El Kaide’deki takipçileri için bu, İslam ile kâfirlerin arasında bir savaştır1… Ve ABD en büyük batılı güç ve yeni dünya düzeninin mimarı olarak bu savaşın odağındadır…
Ebu Nidal ismini akranlarım çok iyi hatırlar. Filistin mücadelesinin en marjinal ve en karanlık kişilerinden biridir. El Fetih’i ‘çok barışçı’ bularak buradan ayrılıp kendi ismi ile kurduğu örgüt birçok kanlı eyleme imza atmıştı… Bunlardan biri 6 Eylül 1986 Neve Şalom saldırısıdır. Barış Vahası’na2 yapılan saldırı bir ilk olma özelliğini taşıyordu ancak ne yazık ki sonuncusu olmadı… Günümüzde sinagog kapılarının hâlâ şiddete maruz kalması, yönlendirilmiş kalabalıkların vazgeçilmez uğrak yeri olması, yitip giden değerlerin anılarına saygısızlık değil midir?
Tarih sevdamın ilk yıllarında, bir daha asla bağlamında, ‘geçmişte yaşananlar bir daha döner yeniden insanlığın önüne konur mu?’ gibisinden spekülatif sorulara model cevaplar vermek, bir oyun gibi keyif verirdi bana… Bugün rahatlıkla söylemek mümkün ki, şartların oluşması durumunda yine pogromlar olur, yine insanlar yerlerinden yurtlarından kovulurlar, yine terör olayları canları almaya devam eder… Ediyor da, maalesef!
1Alıntı: The Crisis of Islam – Giriş / Prof. Bernard Lewis
2Neve Şalom’un anlamı