Geçtiğimiz hafta (artık bayram seyran bitti evde oturduğumuz için) Netflix’in Narcos dizisinin 3. sezonunu tükettik. Muazzam heyecanlı. İzledik desem uymayacak, adeta vakumladık. On episodluk yeni seriyi üç günde bitirdik. Netflix’in yöneticileri sağ olsunlar, insanlar doyana kadar seyredebilsin diye bu tür dizilerin tüm bölümlerini aynı anda yükleme politikasını tercih etmişler; böylece dizinin sonunda ne olacak diye haftalarca beklemek gerekmiyor. Öte yandan, bitkin bir şekilde yatağa girdiğinde filmin vahşet içeren sahneleri bir türlü gözünün önünden gitmiyor, tılsımlı giriş müziği ise kulağından hiç düşmüyor.
Amacım dizinin hikâyesini buraya taşımak değil. İspanyolcanızı geliştirmek ve çok heyecanlı ve sürükleyici bir 30 saat geçirmek istiyorsanız; adres Narcos’tur. Giriş bölümünde yer alan gerçek görüntüler, seçilen aktörlerin –bazen gömleğindeki çizgilere varan detaylara kadar– gerçeğine benzetilmeleri, oynadıkları karakterlerin gerçek isimlerinin kullanılması ve arka planda olayların akışını anlatıp yorumlayan Amerikan ajanının sesi ile izleyiciyi saran Narcos tür itibarı ile belgesel havasında bir kurgu olarak çekilmiş.
İlk iki seride bir zaman dünyanın en zengin yedinci kişisi olarak bilinen Pablo Escobar’ın iki değişik yönü çok güzel işleniyor: Bir yandan son derece zalim, acımasız, gözünü dahi kırpmadan 1000 kişinin ölümüne karar veren bir kişiliğin, diğer yandan yumuşak bir baba ve iyi bir eş oluşu, romantizmi, insanların mutluluğunu sağlayabilmek için parayı kolaylıkla harcayabilecek olması da görüntülenen vahşeti dengeleyici bir unsur olarak sunuluyor. Escobar’dan sonra ortaya çıkan Cali kartelinin ‘sessiz ve derinden’ iş yapış tarzı, oyunu vahşet ve silahla değil de para ve akılla oynama stratejileri ise, yine gerçeğe yakın bir şekilde işlenmiş üçüncü serinin ana temasını oluşturuyor.
Tipik Amerikan prodüksiyonlarında olduğu gibi Narcos dizisi de, cesur DEA (Narkotik Şube) ajanlarının kötülere karşı galip geldiği bir ağız tadıyla adalet duygumuzu okşuyor. Ancak, Muhteşem Yüzyıl’ın Osmanlı tarihini anlatmaya yetmediği gibi, Narcos dizisi de Kolombiya’nın geçen yüzyılın yarısından bu yana süregelen terör belasının neden ve nasıl oluştuğunu, ABD’nin birçok hatalı dış politika tercihleri sebebiyle uyuşturucu ile savaş yolunda ödenen maddi ve manevi bedellerin nasıl arttığını, Batı yanlısı gözüken yerel dikta rejimlerinin ABD’nin desteğini arkalarına alarak kendi muhaliflerine nasıl baskı kurduklarını anlatmaktan çok uzak kalıyor.
Kolombiya’nın nüfusu bugün 48 milyon. Escobar’ın fenomenleştiği 1980’li yıllarda 34 milyon. O senelerde Kolombiya’nın kişi başı milli geliri 1000 doların biraz üzerinde; toplumun büyük bir kesimi ciddi fakirlik içerisinde yaşamakta. Toplumda derin yarıklar var, fukaralıktan kurtulacak politikalar üretilemiyor. Taa İspanya iç savaşından yansıyan ve 1948’de Başkan adayı Jorge Eliécer Gaitán’ın öldürülmesi ile dışa vuran toplumsal problemler, campesino adı verilen köylülerin koka yaprakları yetiştirmekten daha iyi bir alternatiflerinin bulunmaması, ABD’nin yerel paramiliter örgütlere destek sağlayarak uyuşturucu kartelleri ile bizatihi savaşa girmesi ve ülkeye baş döndüren hızla giren uyuşturucu paralarının devlet mekanizmalarını esir alması sonucunda adaletin yok olması ile birlikte, iyice çetrefilleşiyor.
50’li yıllarda hükümetlerin baskıcı politikalarına karşı koymak için genelde sol politik görüşler ile örgütlenen FARC (Özgür Kolombiya Ordusu) uyuşturucu kartellerinin parası ile hükümete karşı desteklendikçe, hükümetler de aynı zamanda komünizmi de yok etme arzusu içerisindeki ABD’den daha fazla askeri destek alma fırsatını buluyor. ABD’deki güçlü silah ve petrol lobisinin de işine gelen bu talep, uyuşturucu çeteleri ile mücadele adı altında yılda birkaç milyar dolarlık silah harcamasına dönüşüyor. Oysa Kolombiya’nın toplumsal yarasını tedavi etme ihtiyacı var; köylüsünü fukaralıktan, uyuşturucu çetelerinin parasal girdabından çıkartmaya ihtiyacı var. Uzun yıllar, ki bu pek bilinmiyor, ABD’nin İsrail ve Mısır’dan sonra en fazla askeri yardım yaptığı ülke Kolombiya oluyor. Ancak, yapılan araştırmalar, uyuşturucu ile mücadelede askeri harcamaların madde bağımlılığından kurtulmaya destek harcamalarına nazaran 23 kat daha verimsiz olduğunu ortaya koyuyor.
İşte Narcos dizisi, Kolombiya halkının toplumsal barış ve demokratikleşme için ödediği ve halen ödemekte olduğu ağır bedelin bir anlamda örtüsünü kaldırıyor; farkına varmamızı sağlıyor. Bu diziyi seyrettikten sonra mutlaka yapmanız gereken, uyuşturucu ile mücadele görüntüsü altında dönen büyük menfaat gruplarının ABD’nin dış politikasını nasıl etkileyebildiklerinin arka yüzünü anlatan belgeselleri izlemek olsun.