Kıbrıs’ta görüşmelerin sonu

Umut UZER Köşe Yazısı
27 Eylül 2017 Çarşamba

 

 

Kıbrıs sorunu yetmiş seneye yakın bir zamandır Türkiye’nin dış politikasını etkilemekte. 1571-1878 yılları arasında Osmanlı hükümdarlığında kalan ada, sonrasında İngiltere tarafından ele geçirilmiş ve 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla bağımsızlığını kazanmıştı. 1950’li yıllarda “Kıbrıs Türk’tür” ve “Ya Taksim Ya ölüm” sloganları ile harekete geçen gençler ve öğrenciler ve tabi en önemlisi Kıbrıs Türk liderliği, Kıbrıs’ı Türkiye’nin milli davası haline getirmişti. Aslında bu konuda oldukça isteksiz olan Türkiye uzun süre “Bizim Kıbrıs diye bir sorunumuz yoktur” tezinde ısrar etti. 

Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’a bağlanmak (Enosis) isterken, Kıbrıs Türkleri ise Türkiye’nin parçası olmak istiyorlardı. Bir ara yol olarak iki uluslu bir devlet ortaya çıkıyor ve böylelikle Kıbrıs’ın Başkan Yardımcısının Türk olması öngörülürken, Kıbrıslı Türkler Mecliste, Bakanlar Kurulunda ve bürokraside yüzde 30’luk bir oranda temsil hakkına kavuşuyorlardı. Ancak Rumlar Enosis hedefinden vazgeçmeyip, Kıbrıslı Türkleri azınlık olarak görmeye devam etti. Her ne kadar rakamsal olarak Türkler adada azınlık olsa bile siyaseten Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu iki halkından biri olarak bu sözü kesinlikle reddediyorlardı. Bu arada Rumların temel hesap hatası Doğu Akdeniz’deki Türk nüfusunu göz ardı etmeleri ve adanın Yunanistan’a olan uzaklığıydı. Adadaki katliamlara bir çözüm bulmak için adaya 1974 yılında müdahalede bulunan Türkiye barışı tesis etti. Ancak o günden bugüne uluslararası toplum yani özellikle BM ve AB adada tek egemenliği tanımakta ısrar etti. Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1963 yılında ele geçirmiş olan Kıbrıs Rum yönetimiydi. Zaman içinde Enosis’ten vazgeçmek zorunda kalan Rumlar ikinci seçenek olarak adada milli bir Rum devleti kurmayı hedefledi. 

1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devletini ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan eden Kıbrıslı Türkler o dönemden beri Rumlarla müzakerelere devam etti. Ta ki bu yılın temmuz ayında İsviçre’nin Crans Montana şehrindeki müzakerelere kadar. Artık Kıbrıs Türk’ünün sabrının taştığını KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı 14 Eylül 2017 tarihinde TOBB ve İktisadi Kalkınma Vakfının İstanbul’da düzenlediği bir toplantıda açıkladı. Rum tarafında ciddi bir zihniyet dönüşümü olmadan müzakerelerin tekrar başlamasını mümkün görmeyen Cumhurbaşkanı, benim sorduğum “KKTC için ne tür bir siyasi yapı öngörünüz var? Türkiye ile entegrasyon derinleşebilir mi?” sorusuna çok açık cevap vereceğini söyleyip, ne Türkiye’nin 82. vilayeti olmak istediklerini ne de Kıbrıs’ta bir Rum devletinde yaşamak istediklerini ifade etti. Bu konuların gündemde olmadığını açıklayan Akıncı, özellikle KKTC’nin halkıyla, hükümetiyle bir gerçeklik olduğunu, kendi varlıklarından vaz geçmeyeceklerini vurguladı. Kıbrıs Türk tarafı olarak iki kurucu devletli bir federasyon istediklerini, bu konuda çözüme ulaşılamadığını dolayısıyla Kıbrıs’ta Rum ve Türk devletlerinin yan yana var olmaya devam edeceklerini açıkladı.   

Rumların “sıfır asker, sıfır garanti” sloganıyla hareket ettiklerini yani Türk askerinin adadan çıkarılmasında ısrarcı olduklarını, Türk tarafının ise ancak kademeli olarak asker sayısında indirimi kabul edebileceğini söyleyen Akıncı, kendileri açısından dönüşümlü başkanlığın, yani Kıbrıs devletinde bir dönem Rum bir dönem Türk cumhurbaşkanı olmasının önemini vurguladıklarını söyledi.

Ayrıca, İsrail ve Kıbrıs açıklarında bulunan doğalgazın birleştirilip beraber Avrupa’ya ulaştırılabileceğini ancak Avrupa Birliğinin Türkiye üzerinden değil Yunanistan üzerinden taşınmasını desteklediğini vurguladı. 

Başka bir vesile ile KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ise yaptığı açıklamalarda 50 yıldır süren müzakerelerin artık bittiğini ilan ederek bu durumda artık Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin önündeki seçenekleri değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.

Bütün bu açıklamalardan çıkan sonuç KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Kuzey Kıbrıs’ı yaşatma pozisyonunun haklılığını ortaya çıkardı. Bu durumda, geç kalınmış da olsa, ilk etapta bu devletin en azından Afrika ve Asya’daki ülkelerce tanınması yoluna gitmek mantıklı gözükmektedir. Tabi, yukarıda da vurgulandığı gibi, BM ve AB’nin Kıbrıs’ta tek egemenlik tanıdığını bunun da bizim Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak tanımladığımız devlet olduğunu unutmadan.