Acısıyla tatlısıyla bir Avrupa Basketbol Şampiyonasını daha geride bıraktık. Yeni formatıyla ilk turu Romanya-İsrail-Finlandiya-Türkiye ev sahipliği ortaklığında geçilen turnuva, sonra tamamen İstanbul’a taşındı. Her ne kadar ilk tur maçları beklenen ilgiyi görmese de (tribünlerde futbol spikeri deyimiyle “yer yer boşluklardan” fazlası vardı) çeyrek finalden sonra heyecanın da artmasıyla güzel bir atmosfer oluştu.
Turnuvada iz bırakan takımlar hakkında iki üç kelam etmeden önce İstanbul’un üçüncü kere düzenlediği bir basketbol turnuvasından da organizasyon açısından alnının hakkıyla çıktığını söylemek gerekiyor. Ancak bir eleştiride bulunmak gerekirse bu güzel organizasyonun pazarlamasının yeterli yapılmadığını eklemeyelim. Özellikle Fenerbahçe’nin geçen seneki Avrupa şampiyonluğundan sonra kıvılcımı çakılan basketbol ilgisinin o ivmeyle daha çok seyirciye dönüştürebileceğini görmek zor değil.
Takım performanslarına geçersek 12 Dev Adam’ın, alışılagelmiş turnuva ev sahibi performansını (2001 Avrupa ve 2010 Dünya ikinciliği) beklemek her ne kadar hayalcilik olmuş olsa bile çeyrek finale kalamayarak hedeflenenin bir seviye altında kaldığını söyleyebiliriz. Ufuk Sarıca’nın önderliğinde savaşan, topa baskıyı ön plana çıkaran takım, turnuvanın açık ara en zor grubuna düşünce (dört yarı finalistin üçü bu gruptan çıktı) 4. olarak gruptan çıkmak zorunda kaldı. Kaybettiği her maçta son çeyreğe kadar bir şekilde oyunda kalan Milli Takım, son dakikalarda tabir-i caizse “sazı eline alacak” oyuncuyu bulamadığı için bir türlü galibiyeti getirecek adımı atamadı.
İkinci turda Türkiye’yi saf dışı bırakan İspanya Gasol Kardeşlerin önderliğinde turnuvanın favorilerinden görülüyordu. Grup maçlarını ‘rölantide’ oynayan İspanya rahatça ikinci tura geçti. Türkiye tarafından sarsılsa da yıkılmayan İspanya, yarı finalde daha sonra şampiyonluğa ulaşacak Slovenya tarafından 20 farklı ağır bir mağlubiyet alarak turnuvaya veda etti. Pau Gasol’ün ilerlemiş yaşı ve yoğun NBA sezonundan çıkmış olmasına rağmen gösterdiği mücadele herkes tarafından takdir topladı.
Turnuvanın çıkış yapması beklenen ‘sürpriz’ takımı Letonya ise New York Knicks’li yıldızı 2.22’lik Kristaps Porzingis önderliğinde oynadığı yüksek skorlu basketbolla dikkat çekti. Tüm gözlerin dev Porzingis’in üzerinde olduğu anlarda aklıyla ön plana çıkan Timma, NBA ve Euroleague damgalı Bertans Kardeşlerin verdiği destekle çeyrek finale kadar ilerleyen Letonya, çeyrek finalde Slovenya’ya takıldı ve madalya hayallerini bir sonraki turnuvaya bıraktı.
İspanya’yla beraber en önemli favorilerden biri olarak görülen Sırbistan ise 12 Dev Adam’la aynı grupta buldu kendini. Eskinin Fenerbahçe, şimdinin ise Sacramento Kings guard’ı Bogdan Bogdanovic’in saha içinde hem skor hem de oyun kurma konusunda gösterdiği liderlikle kendini finale kadar atmayı başarsa da sonunda kendini namağlup Slovenya duvarına çarpmış buldu. Finale ulaşması her ne kadar sürpriz olmasa da turnuvaya gelenler kadar gel(e)meyen oyuncuların etkisi turnuva boyunca hissedildi denebilir. Özellikle Bogdanovic’e yapılan yardım savunmalarını hafifletebilecek bir Milos Teodosic’in bile turnuvanın kaderini kökünden değiştirip değiştirmeyeceği sorusu hep akıllarında kalacak, orası kesin.
Ve gelelim yenilgi almadan şampiyonluğa ulaşan Slovenya’ya. Turnuva boyunca gerek taraftar ve oyuncularıyla gerekse sahaya koydukları oyunla herkesin takdirini kazandılar. NBA’de kendine sağlamca yer edinmiş Goran Dragic, Avrupa basketbolunun en önemli genç yıldızı Luka Doncic, sessiz kahraman Prepelic ve Türkiye Basketbol Liginin gediklilerinden Vidmar gibi oyunculardan en yüksek verimi alıp modern basketbolun öğelerine mümkün oldukça adapte olmuş bir oyun yaratan Sırp Koç Igor Kokoskov’a da ayrı parantez açmak lazım.
Erken yaşta sakatlık yüzünden aktif oyunculuk hayatını bırakmak zorunda kalan Kokoskov, Zeljko Obradovic gibi usta koçların yanında görev aldıktan sonra NBA’de birçok takımda asistan koçluk görevi üstlendi. Bu yolculuğu boyunca edindiği birikimi sayesinde NBA’deki tempo değişimini Avrupa’daki yetenek havuzuyla birleştirmeyi başardı ve unutulmaz bir şampiyonluk elde etmeyi başardı. Onun bu başarısı Avrupa’daki yetenekli koçların kendilerini okyanusun öbür tarafına atması için bir yol açtığını söylemek yanlış olmaz.
Artık dört senede bir oynanacak olan Eurobasket’i bir daha 2021’de izleyeceğiz. Umuyorum ki turnuva sıklığını azaltma kararı hem turnuvanın değerini hem de yıldız oyuncuların oynama oranını arttırır. Böylece Avrupa basketbolunu sevenler iple çektikleri bu turnuvayı her takımın sahip olduğu en yüksek seviye yetenekle izleme şansına sahip olurlar. Bunun sayesinde herkes gibi benim de kendime sorduğum “Acaba gelmeyen oyuncular da olsaydı, basketbol kalitesi ve rekabet seviyesi nasıl olurdu?” sorusuna mahal verilmemiş olur.