Ele almak istediğim felsefi, yani ‘yaşama dair’ bir soru var… Öyle sanıyorum ki, bu soruya verdiğimiz yanıt, yaşama nasıl baktığımızı da açığa vuruyor… Hatta, belki de onu belirliyor.
Soruya geleceğim ama, önce başlıktaki kavramları ne anlamda kullandığımı açıklamam gerekiyor:
Homo Sapiens: Bilimlerin türümüze verdiği isim… ‘Bilge adam’ anlamına geliyor. ‘Sapiens’, aynı zamanda, Yuval Noah Harari’nin ‘çok satan’ kitabının adı.
Homo Lupus: Thomas Hobbes’un ‘Homo Homini Lupus’ (İnsan, insan için bir kurttur) formülünden yaptığım alıntı.
Homo Deus: Harari’nin yeni kitabı… Aynı zamanda, Hobbes’un yukarıdaki karamsar formülüne Spinoza’nın getirdiği karşı-tezi anımsatıyor: ‘Homo Homini Deus’ (İnsan, insan için bir Tanrıdır).
***
İrdelemek istediğim soruya gelince, o da şu: Acaba ‘insanın’ öne çıkan karakteristiği bunlardan hangisi?
- Bilge olmaya yatkınlığı mı? (Homo Sapiens)
- Yaratıcı ve ölümsüz olma arzusu mu? (Harari’nin kullandığı anlamda Homo Deus)
- Bir ‘kurt gibi’ yırtıcı ve bencil oluşu mu? (Homo Lupus)
- Yoksa, Spinoza’nın söylediği gibi, “insan”, en değerli müttefikimiz, bizim için bir ‘Tanrı’ mı?
***
Harari, 70.000 yıl önce önemsiz ve silik bir canlı olan insanın, 1000 yıl gibi ‘kısacık’ bir zamanda ‘gezegenin fatihine’ ve ‘ekosistemin korkulu rüyasına’ dönüştüğü sonucuna varıyor.
Dünyanın bu ‘yaramaz çocuğunun’, şimdi de ‘Tanrılaşmanın’ eşiğinde olduğunu, yaratma, yok etme ve ölümsüzlük gibi ‘Tanrısal güçler’ elde etmeye hazırlandığını ileri sürüyor.
Ve ‘Sapiens’in’ son cümlesinde, nihai hükmünü bildiriyor: “Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz Tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?”
Harari’den öğreneceğimiz çok şey olduğu kuşkusuz… Benim aklımda kalan bir ders de şu:
Eğer bilimsel karakterli bir kitap yazıyor ve çok satmasını istiyorsan, içine yukarıdaki son cümle gibi hayali, anlamsız -ve tercihen karamsar- cümleler serpiştirmen gerekiyor.
Tercihen karamsar… Çünkü hiç kimse ‘iyi haber’ okuyup ‘gardını düşürmek’ istemiyor… Karamsar kalmayı ve “insan, özünde kötüdür!”, “insan, doğanın en büyük hatasıdır!” gibi düşünceleri seven bir doğamız var.
Yoksa, biliyoruz ki, ‘insan’ ne iyi ne de kötü… Tüm diğer hayvanlar -ve bitkiler- gibi, her ne pahasına olursa olsun yaşamda kalmaya çabalayan bir canlı… Doğa ona ‘ekosistemi’ ve ‘diğer canlıları’ düşünmeyi değil, kendi canını kurtarmayı buyuruyor.
Yalnız, onu diğer canlılardan farklı kılan bir ‘olağandışılığı’ var: Doğasının kusurlarının farkında… Ve bundan rahatsızlık duyuyor… O kadar rahatsızlık duyuyor ki, insan işleriyle alay edip, insanlardan ‘tiksindiklerini’ söyleyenleri, filozof sayıyor.
Bazı huysuz kentliler, tarımı ve yerleşik medeni yaşamı eleştirip, yiyecek toplama ve avlanma ile geçen ilkel yaşama biçimlerini göklere çıkarmaya bayılıyorlar… Ama her nedense, kentlerde yaşamayı sürdürüyorlar…
En erdemli olanlarımız, diğer canlı türlerini yok ettiği için insanın en yırtıcı hayvan olduğunu düşünmeyi seviyor… Tabii ki bu ‘erdemli duruş’, mahallede bir kaplanın görüldüğü veya sitemizin farelerin istilasına uğradığı söylentisi çıkana kadar sürüyor… Sonrası malum…
Kendi canımızı -ve yavrularımızınkini- kurtarmak için yok etmemiz gerekiyorsa, yok ediyoruz.
‘Yırtıcılığımız’, doğamızın buyruklarına boyun eğmemizden kaynaklanıyor… Ama neyse ki, doğanın bizi ‘evcil’ kılan buyrukları da var… Kendi varlığımızı muhafaza etmenin en emin yolunun, hemcinslerimizle uyum içinde yaşamak olduğunun farkındayız.
Kentler inşa edip devletler kurmamızın nedeni bu… Kendi ‘doğal’ özgürlüğümüzü devletin yasalarıyla sınırlamaya razı oluşumuzun nedeni bu… Kusursuz olmadığımızı biliyoruz… Öne çıkan arayışımız, “Tanrılar gibi ölümsüz” olmak değil… Kusurlarımızdan arınıp “insan gibi” yaşamak.
***
‘Van Gölü Canavarını’ gördüğünü ileri süren köylüye sormuşlar:
“Göl canavarı nasıl bir yaratık?”
“Sen ona cenever dirseniz emee… O, senin-benim gibi bir heyvanciktir!”
Ne ‘bilgeyiz’, ne ‘tanrıyız’, ne de ‘kurt’… Hepimiz, ‘insan gibi’ yaşamaya çabalayan birer ‘hayvancıkız’.