Sorarlar kazanınca, “Nasıl kazandınız?” diye, “Yüreğimizle” derler klasik. Kafada bitirdik işi, güveniyorduk kendimize... Bu uzun cümlede bir kere bile ayak, bacak gibi şeyler okuyamazsınız. İşin gerçeği de budur aslında. Hâlbuki futbol, yani tam anlamıyla ayak topu. Pazar akşamı, ayak topunun ayakla değil, hatta ve hatta primle hiç kazanılmadığını çok iyi gördük. Utandık kendimizden, aslında her golde haykırırken bile utandık, iki bacağımızın olmasından, buna rağmen sırıtmamızdan, yüreğimizin olmayışından utandık.
Ampute Milli Futbol Takımımızın Avrupa Kupası finalinde İngilizleri 2-1 yenip galip gelmesinden bahsediyorum tabii ki. Vodafone Arena dolmuş, tribünler sanki ruhsuz A Milli Takım’a intikam içini tek bacağı olmayan ama kocaman yürekli insanlar için orada toplanmıştı. Aslında bu bir özürdü bir nevi. Sizi görememiştik, ama biz ayağı olan, sağlıklı olan değil, ülkesi için oynayan futbolcu istiyorduk diyordu adeta. Biz ülkece böyleyizdir, geç fark ederiz ama çok sahipleniriz. Sahadaki altın yürekli insanların belki tek bacağı / kolu eksikti ama 80 milyonun parçasının içinde bulunduğu kalbi taşıyordu hepsi.
Adamlıkla işleri yoktu, Instagram’da ne yapıldığı umurlarında değildi, belki A Milli Takım’a dağıtılan primin çeyreğini almayacaklardı ama fark etmezdi ki, kalp olduktan sonra, sevmeyeceğin sevdiremeyeceğin şey yoktu. Bu onlara yeterdi, yetti de.
O akşam eksik olan uzuvlar değildi, on sekiz umarsamaz adamın utancıydı.