Bir film izledim filmekimi’nde, adı: Foxtrot. Basit bir temele dayanır fokstrot dansı: sağa, ileri, sola, geri. Sağa, ileri, sola, geri. Yani hep başlangıç noktasına dönmek üzerine kurulu bir ritim. Film de zaten hayatın fokstrot dansı gibi başlangıç noktasına dönmekle ilgisi üzerine kurulu idi.
Filmden bahsetmek istememin sebebi, her gün duyduğumuz ve anlamını yitiren şehit haberlerinin ‘ateş sadece düştüğü yeri yakar’ kıvamında yarattığı acıyı, İsrailli modern ve genç bir anne babanın üzerinden vermesiydi. Birden Tel Aviv’de hoş bir dairenin kapısı çalınıyor, kapıda yüzü asık üç asker görünce anne doğrudan yere yığılıyor, çünkü biliyor. Gerçi 5-6 saat sonra haberin asılsız olduğu ve aslında başka bir askerin aslında öldüğü ortaya çıkıyor. Ve o an kendinizi o anne için sevinir buluyorsunuz, hâlbuki başka bir annenin evladı öldü gitti…
Film birdenbire uçsuz bucaksız kumsal bir coğrafyada, iptidai yaşam koşulları olan bir konteynerde sınır görevi yapan dört genç askere yöneliyor. Biri, bizim az önce evini gördüğümüz genç. Koşullar zor, iş az ve sıkıcı ama yine de sürekli tetikte olmaları gerekiyor. Çocuklar bomboş vakitlerinde bateri çalıyor, çizgi roman çiniliyorlar. Ve elektronik savaş oyunları oynuyorlar teneke barakada. Askerliğin bir itaat zinciri olabilmesi gerek, bu yüzden her ülkede çocuk yaştaki erkekler askere alınıyor ve ülkeyi koruma noktalarında görevlendiriliyor. Hâlbuki hâlâ ölüm kalım kararları vermeleri gerekebilir. Ben mi öleyim yoksa öldüreyim mi? Nitekim yanlış bir karar vererek bira tenekesini el bombası sanıp sınırdan geçmekte olan dört gencin ölümüne neden oluyorlar.
Film, İsrail’de başta Kültür Bakanı Miri Regev olmak üzere aşırı sağcılar tarafından kötülendi ve İsrail ordusunu kötü göstermekle suçlandı. Hâlbuki bu sadece bir filmdi, belgesel gibi tarafsız ve tamamen gerçeklere dayalı olmak gibi bir sorumluluğu yoktu. Nitekim belgeseller bile tarafsızlığını koruyamıyor. Bu yüzden filmi yerden yere vurmak yerine ben içindeki insancıl unsurlara odaklanmak istiyorum.
Beni üzen bu: Ellerine silah verilen gençler o anki siyasi düşüncenin komutuna uymak zorundalar. Büyük resmi bilmiyorlar, söyleyen de yok. Anneler ise ılımlı siyasetçiler için dua etmek zorunda… Erkek çocukları tanıdığım kadarı ile her şeyi bir oyun gibi görmeye ve iyi yapmaya meyilliler. Siyaseti umursayacak yaşta değiller, başka bir uğraşı ile vakit geçirmeyi tercih etseler de başlarına geleni canla başla yapmaya çalışıyorlar. Ve hiç hak etmedikleri bir şekilde katil oluveriyorlar…
İstemeyenin askerlik yapmak zorunda kalmayacağı bir dünya olmalı. Düşman için de geçerli olmalı bu kural. Zira inancım, hayata tutunacak rüyaları olan insanlar bu oyunu tercih etmez. Ediyorsa da severek ve inanarak doğrusunu yapacaktır, serbestçe… Çoğulluğun ve çeşitliliğin kabul gördüğü, devletin birey üzerindeki hükmünün azaldığı bir coğrafya olmayı diliyorum.