Çürüme

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
25 Ekim 2017 Çarşamba

Entelektüel kadın tutkusu

Psikoloji dünyasının hakim görüşü, bir kişinin entelektüel düzeyindeki artışın, seksi azalttığı yönündeydi. Az evvel dünyayı kurtardığınız, belki de varoluş üzerine felsefeleri teker teker inşa ettiğiniz adamla/kadınla nasıl olur da ve hatta hiçbir şey olamamış gibi tepinirsiniz? Ya içgüdülere karşı düzinelerce fikir üreten beynimize ne olur? Giysilere yaptığımız gibi onu da bir hışımla halının üstüne mi fırlattınız?

Oysa gecenin başında elinizi şefkatle tutan adam, belki de kulağınıza “hayat akışıyla güzel” sözlerini fısıldarken bir yandan da parmağıyla avuç içinizi okşuyordu. Sonra ne olduysa aynı narin parmaklar etlerinizi koparırcasına bedeninizi sarıp sıkmaya başladı. Muhtemelen kendinizi bilinmez bir boşluğa bırakıp sürüklenip gittiniz. Lakin o “boşluk” sevişmeye rağmen yine orada duruyordu. Ve kendisini hatırlatmaktan hiç vazgeçmedi.

Fransız felsefeci Simone Weil, ‘Yer Çekimi ve Tanrı’nın Lütfu’ kitabına başlarken insanın en büyük sorununu boşluk olarak tanımlar. Weil’e göre içindeki boşluk duygusuyla mücadele edemeyen insan onu doldurabilmenin ardından sürüklenir. Ve artık kendi boşluğunun yarattığı bir kurbandır.

Günümüz Türkiye’nin boşluğunu ise açıklayacak tek kelimemiz var.

Çürüme!

Filozof yazar Emil Cioran’a göre “sıkıntıyı hiç bilmeyen kişi, çağların doğuşundan önceki dünyanın çocukluğunda bulunmaktadır hâlâ; ahı gitmiş vahı kalmış, kendi boyutlarına aldırmayan o yorgun zamana, kendi geleceğinin eşiğindeyken âniden bir yadsıma lirizmi mertebesine çıkartılmış maddeyi de beraberinde sürükleyerek çöken zamana kapalı kalır. Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır... Boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen-ya da icat eden- o sayıklamanın kurumasıdır...”

Türkiye toplumunun ise bir süredir mücadele edemediği aynılığın ve vasatlığın adıdır, aynı zamanda. Boşluk ise yerine koyacak hiçbir şeyi bulamadığından agresif insanların giderek çoğalması olarak neticelenir. Mücadele edebilmek kolay değildir. Gerçekleri göğüslemekle ama öncesinde görebilmekle başlar.

Biraz geriye gidelim. Bizi bugüne taşıyan gerekçeler üzerine düşünürken. Ekonomi aklımıza etkin belirleyici olarak gelebilir elbette ancak siyaset sahnesinin oyuncularını unutmak ne mümkün?

Örneğin Menderes ve Demirel tavrındaki taşra politikacılarının yarattığı ‘köylünün derdi’ meselesi yıllarca sürdü gitti. Ecevit’i tenzih ederim. Taşraya en az tavizi veren politikacıydı. Lakin köyler bitti derken elimizde mahalle kaldı. Racon kültürü ağır bastı. Mahalle ağzıyla yapılan politikanın dayandığı ortalama da, ortam da vardı. Şehir taşrası, taşranın mahallesi derken aynı mantık Kasımpaşa’yı öne çıkardı.

Fakat Müslüm Baba’nın jiletçi akımı bile biterken mahalle akımı kalır mı? ‘Nitekim’ kalamıyor. Kentsel dönüşümün girdiği her yer politikayı sitelere taşıdı. Kendi bindiği dalı kesen siyaset, ekonomi ve politikası arasında denge kuramayınca farklı yollar arayışına girdi. Sert çıkışlar, dışarıya kapanma ve içeriyi hareketlendirecek her türlü söylem öne çıktı. Devam eden yol hala aynı…

Fakat bu esnada telefonlarımızla ilgilenmekten etrafta açığa çıkanları da göremez olduk. Haliyle savunma kültürü önem kazandı.

Bir fabrikada mesela görürdünüz. Adam ülkenin herhangi bir şehrinden gelir. Kendine özgü adetlerini kültürden sayar ve toplu halde varoluş mücadelesi verirdi ya! İşte onlar artık parti çatısı altında birleşti. Lakin sitelerde ayrıldılar. Bir görüşte birleşseler projelerde ayrıldılar. Kimi yoruldu, bir kısmı bize yer açan yok mu diye alttan sesini duyurmaya çalışıyor. Evet, memleketliler dayanışmasının kaymağı şimdilerde muhtarlara kaldı. Diploma bile vereceklermiş. Lakin belediyelerin doğru dürüst çalışmadıkları yerlerde site yönetimlerinin muhtarlardan kat kat etkin olduğunu buradan bizzat ben söylemek isterim. Kendi işini görmeye alışan vatandaş için belediye, muhtarlık gibi meskenler ayakların geri gittiği binalardan daha öte değil. Dolayısıyla çürüme artık ne yapacağını bilmeyen siyasette yerini boşluk haliyle korkuyla mücadeleye bıraktı. Kendi çocuklarını yiyerek beslendiği yerde ise açtığı başka boşlukları henüz görebilmesi mümkün değil.

Entelektüel kadının tutkusu çürümeye geçtiği aşamada ise zaten toplumun damarları sırayla çatlamaya başlıyor.